Bazı yazılarımda tarihte o ay meydana gelen ilginç olaylara değiniyorum. Bu şekildeki yazılarımdan sonra, ‘o ayda şöyle çok önemli bir olay da vardı ama, sen ondan bahsetmemişsin’ diyenler oldu. Ben bir resmi tarihçi gibi, toplum açısından en önemli olayları değil, kendimce ilginç bulduğum bazı olayları ele almaya çalışıyorum, hepsi bu. Zaten ele aldığım olay hakkında da, herkesin bildiği klasik söylem yerine, olabildiğince farklı noktaları vurgulamaya çalışıyorum…
*****
5 Nisan: 1994 yılında 5 Nisan Kararları açıklandı.
25 Haziran 1993’te kurulan 50. hükümetin 94 yılına gelindiğinde başında Başbakan olarak DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ve koalisyon ortağı olarak da SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın vardı. 1991 yılından bu yana ekonomiyi yöneten Çiller, aynı zamanda ekonomi alanında profesör unvanına da sahipti. DYP-SHP hükümeti önce faiz indirmek için para bastı. Bu, faizleri düşürmek yerine dolara hücuma yol açtı, hükümet döviz satışıyla bu artışın önüne geçmeye çalıştı, piyasadaki paranın borsaya gideceğini düşünerek hareket etti ama bankaların devalüasyon beklentisiyle dolar alımlarını sürdürmesi ile dolar/TL 8 bin liradan 42 bin liraya yükseldi. Enflasyonu düşürmek için çıkarılan %1400 faizli süper bonolar ise enflasyonun ve faizlerin füze gibi fırlamasına yol açtı. 1994 yılı sonunda enflasyon %125 oldu.
Çiller’in ‘beynimin yarısı‘ diye tanımladığı dönemin Hazine Müsteşarı Osman Ünsal, Kasım 1993-Ocak 1994 arasında iki buçuk ayda 16 ihaleden 7’sini iptal ederek faiz düşürebileceğini sanmış, yüzde 90’lar seviyesinde olan faizin 3-5 puan yüksekten oluşmasına izin vermemiş, kurlar önce yüzde 15’e yakın artarken, Şubat 1994’e gelindiğinde Hazine yüzde 125 faizle 3 aylık bonoyu satmaya çalışmış ama bankalar itibar etmemişti. Kasım’dan mayıs ayına gelindiğinde dolar kuru yüzde 207 artmıştı, Bu büyük devalüasyon sonucu gelen “5 Nisan Kararlarıyla” kriz sonlanmış, Hazine ise borçlanmaya yüzde 400’lük faizle başlayabilmişti…
*****
15 Nisan: 1932 yılında sonradan Türk Tarih Kurumu adını alacak olan “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” kuruldu.
Türk Tarih Kurumu (kısaca TTK), Türk tarihinin ilk kaynaklardan araştırılması amacı ile Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi sonucu 15 Nisan 1931’de kurulmuş bir araştırma kurumudur. 28 Nisan 1930 tarihinde Türk Ocakları’nın VI. Kurultayı’nın son oturumunda Gazi Mustafa Kemal’in direktifi üzerine Afet İnan, bir önerge sunmuş ve bu önergede Türk tarihini bilimsel olarak araştırmak üzere bir heyet kurulması istenmişti. Aynı gün Türk Ocakları Kanununa da bu konuda bir madde ekledi. Oluşturulan heyet ilk toplantısını 4 Haziran 1930 tarihinde yaparak yönetim kurulu ve üyelerini belirledi. Bu heyet, Türk Tarih Kurumunun temelini oluşturur. Heyet, “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı bir çalışma yayımlamıştır. Kitap, Orta Asya’da bir Türk uygarlığı ve bu merkezden başlayan göçlerle Türklerin Çin, Hindistan, Mezopotamya, Mısır, İran, Anadolu’ya giderek o bölgelerin halklarını uygarlaştırdıkları tezini işlemekteydi ve hedef, bu kitabın ana fikrine uygun okul kitapları hazırlanmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk, 5 Eylül 1938 tarihindeki vasiyetnamesi ile, Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerinin gelirinin yarısını Türk Tarih Kurumuna bağışladı.
Türk Tarih Kurumu, 12 Eylül Rejimi tarafından, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu içinde başbakanlığa bağlı bir devlet dairesi yapıldı…
*****
13 Nisan: 1914 yılında Orhan Veli Kanık doğdu.
Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı. Şair otuz altı yıllık yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser sığdırdı. Eski olan her şeyden uzak duran Orhan Veli, hece ve aruz ölçülerini kullanmayı reddetti. Kafiyeyi ilkel; mecaz, teşbih, mübalağa gibi edebi sanatları gereksiz bulduğunu açıkladı. “Geçmiş edebiyatların öğrettiği her şeyi, bütün geleneği atmak” amacıyla yola çıkan Kanık’ın bu arzusu şiirinde kullanabileceği teknik olanakları azaltsa da şair, ele aldığı konular, bahsettiği kişiler ve kullandığı sözcüklerle kendine yeni alanlar oluşturdu. Yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma diline yaklaştırdı.
Garip dönemi şiirlerinin bir diğer ortak özelliği ise Orhan Veli’nin konuşma dilinin doğallığını, sokak Türkçesini ve hatta halk argosunu eserlerine taşımış olmasıydı. “Kılıksız”, “cıgara”, “ıspanak”, “rakı”, “Hitler”, “boyacı sandığı” gibi sözcükler kullanan şairin Kitabe-i Seng-i Mezar isimli şiirinde kullandığı “nasır” kelimesi büyük tartışmalara sebep oldu…
*****
25 Nisan: 1719 yılında Daniel Defoe’nun ünlü romanı Robinson Crusoe yayımlandı.
İngiliz Edebiyatında yazılan ilk roman olarak kabul edilir. Kölecilik, Defoe’da erdem dışı bir şey olmak yerine, normal, doğru bir şey olarak karşımıza çıkar. Roman kahramanı Robinson, kurtardığı siyah yerliyi, (ki sonra onu Friday yani Cuma olarak adlandırır) bir arkadaş, bir dost değil de bir köle olarak seçer, Friday’in efendisi olur. Kendisinde hak görerek, siyah adamı kendisinden aşağıda görür ve köle yapar.
Kendisinden önce William Shakespeare’in Türkleri (Türk, batı literatüründe genellikle “Müslüman Doğulu” anlamına gelir) kötülemesi gibi Defoe’da, Robinson Crusoe’da Türk imajını korsan olarak tekrar karşımıza çıkarır. Türkler denizlerde bir korku tufanı yaratmakta ve Avrupalı gemiler için bir tehlike oluşturmaktadır. Nitekim bir Türk korsan gemisi tarafından esir alınan Robinson Crusoe, belli bir süre korsanların arasında yaşar, içlerinden Şükrü (Xury) adında bir esirle dost olur ki Xury’de aslında bir Türktür. Yani romanda Türk, işgal eden, zorla ele geçiren, emek sarf etmeyen, barbar olan, kötü bir şeydir, Defoe’ya göre. Ama aynı Defoe, Robinson Crusoe’da İngiliz Sömürgeciliğini, siyahları aşağılamayı, Hristiyan ve batılı olmayanları, siyahları beyaz adamdan küçük görmeyi ve köle ticaretini onaylarken doğal, haklı bir şeyi yaptığına inanır.
Kitapta Türklerle ilgili olarak iki tane ilginç cümle sarf edilmiştir. Birinde Robinson’un bıyığını ‘çok etkileyici’ görünen Türkler gibi uzattığından bahsedilir. İkincisinde ise, Robinson bir İspanyol ile Türk arasında, iyi efendilik karşılaştırılması yapılsa, Türk’ün muhtemelen daha iyi olabileceğini düşündüğü anlaşılır.
Kitabın yazarı Daniel Defoe’nin bir İngiliz Hükümeti ajanı olması kitabın, hükümetin politik çıkarlarını meşru göstermek için kullanıldığı iddiasına yol açmıştır…