yalovahabercihabergazetegündemgüncelson dakikaenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpak parti
DOLAR
32,2691
EURO
34,8152
ALTIN
2.433,70
BIST
10.268,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Yalova
Az Bulutlu
18°C
Yalova
18°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
15°C
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
17°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

TARİHİN SONU MU? (2)

05.12.2022 14:04
0
A+
A-

 

 

Önceki yazımda Fukuyama‘nın 1989 yılında yayınladığı ve çok ilgi çeken ‘Tarihin Sonu Geldi’ yönündeki tezine dair birşeyler yazmıştım. Fukuyama, Rusya’nın Ukrayna’da çok bocalaması üzerine, bunun tezini doğrulayan önemli bir gelişme olduğu düşüncesiyle, yeni bir yazı yayınlayıp tekrar gündeme gelmişti. Baha‘nın görüşlerinin Fukuyama’nınkilerle pek örtüşmediğini ve Baha’nın itiraz noktalarını da geçen yazımda belirtmiştim.

Geçen yazımın uzaması nedeniyle eksik bıraktığım birkaç paragraf oldu. O nedenle bu yazıyı bir devam yazısı olarak kaleme almak istedim.

*****

Hegel, Prusya Devletinin kurulması ile tarihin sonuna gelindiğini iddia ediyordu. Marx ise tüm dünyanın komünist bir idareye girmesiyle tarihin sonuna gelineceğini düşünüyordu. Hegel’in olumlu anlamda bir dönüm noktası olarak gördüğü şey Jena Savaşı. Bu savaşta Napolyon, Prusya ordusunu yeniyor ve Prusya’ya boyun eğdiriyor. Tabii o yıllar Napolyon’un Avrupa’lı aydınlar tarafından; bir saldırgan, bir emperyalist gibi değil; bir kurtarıcı, bir aziz gibi algılandığı yıllar.

Fukuyama, Tarihin Sonu’na dünyadaki tüm insanların sadece ekonomik olarak kendilerini iyi hissetmeleri ile değil, aynı zamanda manevi olarak da kendilerini iyi hissetmeleri neticesinde ulaşılacağını söylüyor. Fukuyama açısından liberalizmin ayırt edici yanı maddi tatminden daha çok, bireylerin ruhsal tatminini sağlayan tanınmışlık duygusu. Dolayısıyla Fukuyama’ya göre toplulukların çöküş ve yükselişi yalnızca maddi refah mücadelesine değil, tanınma savaşına da bağlı. Liberal bir demokrasideki yaşam bize özgürlüğümüzün kabul görmesi gibi maddi olmayan bir ortam da sağlıyor. Fukuyama’ya göre “liberal bir demokraside yaşamayı seçmekle sahip olunan şey, sadece maddi ihtiyaçları gidermeye yönelik olan para kazanmak veya ruhun arzu eden yanını tatmin etme özgürlüğü değil, aynı zamanda liberal devletin onurumuzun kabul görmesini de sağlamasıdır”…

Kültürler arasında hiyerarşik bir sıralama olmadığına, bir ast-üst ilişkisi olmadığına inanıyorum, tıpkı elma ile armut arasında bir ast-üst ilişkisi olmaması gibi. Kültür derken kavramı sınırlı tutmuyorum, farklılık taşıyan her şey bu kapsamda düşünülebilir. Yani sadece batı kültürü-doğu kültürü, şehir kültürü-köy kültürü, şu milletin kültürü-bu milletin kültürü gibi toplu tanımların yanında daha mikro kültürel tanımlamalar da yapmak mümkün. Çınarcık kültürü-Esenköy kültürü, z kuşağı kültürü-x kuşağı kültürü gibi. Çok derinlemesine inildiğinde ise her bireyin diğerlerinden, parmak izi gibi, az da olsa ayrılması nedeniyle, dünyadaki insan sayısı kadar farklı kültürden bahsetmek mümkün…

Gücü elinde bulunduran kendi kültürünün üstün olduğu iddiasını, temas ettiği kişi ve gruplara dayatıyor. Batı kültürü, askeri ve ekonomik üstünlüğü nedeniyle doğu kültüründen üstün olduğu iddiasında ve bu iddiaya sadece batılıyı değil, doğu toplumlarındaki çoğunlukları da inandırmış durumda. Ancak tüm toplumlarda egemen kültüre ayak sürüyen kesimler mevcut. Bu kesimler, ‘ben seninkinden daha zayıf bir kültürün çocuğu değilim, senden üstün yanlarım da var, beni tanı, beni kabul et, bana saygı duy’ diyor…

Mesela Suriye’li mülteciye, toplumumuzun bir kısmı tarafından, daha düşük bir kültürün insanı gözüyle bakılabiliyor. Kabul görmeyiş, bir süre sonra kendi tepkisini geliştiriyor ve sorun haline dönüşüyor. Jivkov döneminde Bulgaristan’da Türkler, devletin tüm olanaklarından yararlanabiliyorlardı. Türk-İslam kültüründen uzaklaşıp, Bulgar kültürüne yaklaştıkları oranda, daha fazla kabul görüp, kendilerine daha fazla alan açabiliyorlardı. Ancak çoğunluğu, ‘ülkenin maddi imkanlarından faydalanıyor olmak benim için yeterli değil, beni tanı, beni kabul et, bana saygı duy’ dedi…

*****

İnsanın bu beklentisinin teorik ifadesi ilk Platon‘da karşımıza çıkıyor. Platon ruhun 3 parçadan oluştuğunu söylüyor; akıllı parça, yürekli-atılgan parça, iştah duyan-arzulayan parça. Anladığım kadarıyla, yürekli-atılgan parça (timos) güçlüye diğerlerini egemenliğin altına al diyor, zayıfa da kendini ezdirme, sana saygı duyulmasını bir şekilde sağla diyor. Platon, diğer 2 parçanın akıllı parçanın idaresi altından çıkmamalarının, izlenmesi gereken doğru yol olduğunu söylüyor. Yani yine anladığım kadarıyla; güçlüyken de, zayıfken de ılımlı bir çizgi izleyin diyor…

*****

Fukuyama, liberal demokraside azınlıktaki kültürler, kendilerinin samimi bir şekilde kabul gördüklerini hissedince rahatlarlar ve çatışma biter, diyor ama Hegel böyle demiyor. Hegel’e göre özbilinç, ancak başka bir özbilinçle girdiği çatışma sonucu diğeri tarafından kabul edildiğinde ve tanındığında kendi varlığından emin olur, dış dünyadaki yerini ancak bu şekilde alır. Bu tanınma ve kabul edilme ise karşılaşılan diğer özbilinci kendine tabi kıldığı, hatta yok ettiği sürece tamamlanmış olur. Kendi değerini diğerine ispatlama, kabul ettirme ve başka bir özbilincin kendisinden daha değerli olmadığını görme aşamaları Hegel için özbilincin var olma koşulu ve bu varoluşa ancak diğer özbilinçle ölümüne mücadeleye girmeyi göze alabilenler sahip olabiliyor.

Yani Hegel’e göre, çatışma karşıdakini kendine tabi kılmadan ya da onu yok etmeden bitmiyor ve diğer kültürün kendi kültürümüzden daha değerli olmadığını görmeye ihtiyacımız var. Güçlü de, zayıf da; ‘kültürler elma-armut ilişkisi gibi hiyerarşiden bağımsızdırlar, daha iyi, daha kötü tanımlamaları doğru değildir’, diyemiyor, kendisininkinin daha üstün olduğunu karşı tarafa kabul ettirmeden rahatlayamıyor. Yani sonsuza giden bir çatışma döngüsü oluşuyor. Bu durumda Hegel nasıl bir tarih bitişinden bahsetmiş bilemiyorum…

Bu yüzyılda yetişen çocuklar, farklı bir algılama biçimiyle, bahsedilen kısır döngüyü kırıp, belki de gerçekten çatışma ortamını sona erdirirler. Çok mümkün gibi görünmese de, umarım tarih böyle gelişir…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.