yalovahabercihabergazetegündemgüncelson dakikaenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpak parti
DOLAR
32,2615
EURO
34,7727
ALTIN
2.414,02
BIST
10.267,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Yalova
Açık
21°C
Yalova
21°C
Açık
Salı Açık
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
21°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
17°C
Cuma Hafif Yağmurlu
15°C

BİR TABU: ELEMENTLERİN BİRBİRİNE DÖNÜŞÜMÜ 

10.10.2022 15:59
0
A+
A-

Baha evvelki hafta yaptığı ‘Nükleer’ konulu sunumunda elementlerin birbirine dönüştürülebileceğinden bahsetti. Baha, Nükleer Santrallarda, demir gibi bol bulunan ucuz elementlerin; altın, gümüş, platin gibi elementlere dönüştürülebileceğini, hatta muhtemelen bunun birçok ülke tarafından gizlice yapıldığını ama değerli metal borsalarının çökmemesi için bunun gizlendiğini ve az miktarlarda yapıldığını anlattı. Doğal olarak, çok miktarda yapılırsa altının fiyatı çok aşağılara iner ve yaptığınız işin bir önemi kalmaz. Ve tabii değerli metal borsalarının çöküşü tüm sistemi bir kara delik gibi çöküşe sürükleyebilir ve bu durum bugünkü dünyada az ya da çok etkinliği olan hemen hemen hiç kimsenin işine gelmez…

Elementlerin birbirine dönüşüm hikayesinin geçmişi ortaçağ simyacılarına uzanıyor. Biliyorsunuz Simya, bugünkü Kimyanın temelinin atıldığı alan. Elementlerin dönüşümü avrupa’da hem yok sayıldı ve reddedildi, hem alaya alındı, hem de yasaklandı. Bir şey olamıyorsa neden yasaklanır? Yasaklanması bu işin gerçekleştirilebilir olduğunun delilidir bence. Yasaklayan her kimse, o kişi/kişiler bu işi göze batmayacak şekilde gizlice sürdürmüşlerdir ve onların torunları bugün de sürdürüyorlardır diye düşünüyorum. Aynı kişi ve kişiler konunun alaya alınmasını da sağlayarak toplumda aklı başında kişilerin bu konudan uzak durmasını sağladılar. Bu yaklaşım bugün de devam etmekte. Üstelik sadece elementlerin dönüşümü konusunda değil ‘devridaim enerji sistemleri’ gibi daha pek çok konuda. Böylece bilim dünyası ve üniversiteler bu tür konuların dışında tutulmakta, derme çatma ortamlarda bir şeyler yapmaya çalışanların ise önü kesilmekte, eğer herşeye rağmen mesafe alabilirlerse yok edilmektedirler diye düşünüyorum. Sorgulamayı içselleştirmesi çocukluğundan itibaren engellenmiş bilim adamları, önlerine konan bilimsel başlıklı tabuları aşıp, farklı pencerelere yönelemiyorlar. Burada çıkarlar yani konfor alanının kaybedilmesi, bireysel faydalar sağlayan statükonun yitirilmesi gibi korkular da, sorgulayamamanın arkasındaki ana nedenler gibi görünüyor…

*****

Baha’dan adını sık duyduğum insanlardan biri olan fizik profesörü Corentin Louis Kervran (1901 – 1983) bir çocukluk anısını şöyle anlatır: 

“Ailemin kümeste tavukları vardı. Orta Britanya’da babamın memur olduğu yerde yaşardık. Bölgede kalker bulunmuyordu ve sadece şist ve granitler vardı. Tavuklara hiçbir zaman kireç taşı verilmedi, ama tavuklar her gün kalkerli kabuklu yumurtalar ürettiler. Yumurtanın kalsiyumunun nereden geldiğini sormayı hiç düşünmemiştim. Ancak yaptığım bir gözlem ilgimi çekmişti. Tavuklar bahçede gezerlerken, mütemadiyen yüzeydeki mika pullarını yutuyorlardı. Mika, kuvars ve feldispat ile birlikte granit oluşturmaktadır, dolayısıyla granitin ayrışma ürünüdür. Hepsi de silika bileşikleridir. O zamanlar ilkokuldayken bildiğim tek şey buydu. Mika’nın, özellikle bir yağmurdan sonra aşikar bir şekilde tavuklarca seçildiğini fark etmiştim, çünkü yağmurdan sonra ayna gibi güneşte parlıyorlardı. Her metrekarede görünen yüzlerce mika pulu, hafif yağmurla yıkanmış minyatür aynalar gibiydi ve tavukların onları nasıl yuttuğu kolaylıkla takip ediliyordu. Bir tavuk kesildikten sonra, annem tavuğun taşlık torbasını açardı ve içinde küçük taşlar ve kum taneleri görülürdü, ama asla mika göremezdim. Mika nereye gitmişti? Gizemi olan her şey gibi, bu benim bilinçaltı zihnime yerleşti ve derin bir iz bıraktı. Bir çocuk olarak sağlam mantıksal açıklamalar bekliyordum, neden (mikalar yok olmuştu)?”

Böyle bir çocukluk anısıyla büyüyen Kervran, fizik profesörü olduğunda, tavukların mika pullarında bulunan K (potasyum) elementinden nasıl Ca (kalsiyum) elementi ürettikleri konusuna yoğunlaşır ve çeşitli deneyler yapar. Deneylerde şu sonuca ulaşır: Tavukların yuttukları mika mineralinde Ca (kalsiyum) yoktur; ama K (potasyum) vardır. K elementine bir proton eklenmesiyle Ca elementi oluşmaktadır. Tavuk bedeninde bu işlem gerçekleşir ve tavuğun hücreleri, K’a bir proton eklenmesi işlemiyle yumurta kabuğu için gerekli Ca elementini yapmaktadır. Bu temel gözlem ve deneyler ışığında, geleneksel olarak öğretilen fizik-kimya bilgilerinin doğruluğundan şüphelenmeye başlar. Çünkü geleneksel fizik-kimya bilgileri, doğadaki tüm kimyasal elementlerin doğal sistemin oluşumunun başlangıcında  oluşturulduğunu ve ondan sonra artık yok edilip değiştirilemeyeceğini söylüyordu. Yani potasyum veya kalsiyum (veya tüm diğer kimyasal elementler), potasyum ve kalsiyum olarak oluşturulmuşlardı ve asla bir başka elemente dönüştürülemezlerdi. Bu bir dogma şeklinde tüm bilim insanları tarafından kabul edilmişti ve Lavoisier Yasası olarak biliniyordu. Bu bakış, bir dogmaya dönüşmüştü ve buna ters düşen her görüşe “saçma, bilim-dışı” damgası vuruluyordu. Normal doğa koşullarında atomların birbirlerine dönüşemeyeceği inancı hala bilim aleminde temel bir dogma olarak durmaktadır…

Saçma, bilim-dışı bulunduğu için dikkate alınmayan araştırmalardan biri de von Herzeele’nin 1875- 1881 yılları arasında yaptığı araştırmadır. Von Herzeele, hiç toprak bulunmayan ortamlarda filizlendirdiği bitkilerde, suya kükürt eklediğinde, büyüyen bitkide fosfor artışı; suya potasyum tuzu eklediğinde, büyüyen bitkide kalsiyum artışı olduğunu saptar ve şunu vurgular: “bitkiler kimyasal elementleri birbirlerine dönüştürebilmektedirler”. Yaptığı bu araştırma sonuçları Lavoisier dogmasına ters düştüğü için hiç dikkate alınmaz. Herzeele’nin araştırmaları bilim-insanlarını öyle kızdırır ki, eserleri kütüphanelerden kaldırılır…

Bir dağ köyünde yaşayıp, kasabaya dahi gitmeden 100 yaşına kadar sağlıklı kalabilen insanların, oradaki sınırlı bir kaç gıdayla beslendikleri halde, modern tıbbın vücudun mutlak ihtiyacı olarak bize dayattığı elementlerin hepsini nasıl sürekli olarak sağlayabildiklerini hep merak etmişimdir…

*****

Yıldızlar ömürlerinin sonuna geldiklerinde yapılarındaki hidrojeni tüketmiş oluyorlar. Patladıklarında ise evrene sadece yapılarında kalmış olan ağır elementleri bırakıyorlar. Bu kalıntıları kullanarak oluşan yeni yıldızlarda ise bir bakıyorsunuz ki çok bol miktarda hidrojen var. Yani hidrojen yoktan var olmuş. Yani başka elementler hidrojene dönüşmüş…

1901 yılında Ernest Rutherford, toryumun kendi kendine dönüştüğünü keşfetti. Sonucu görüp çok heyecanlanan arkadaşı Frederick Soddy, ‘Ernest bu bir dönüşüm‘ diye bağırınca, ‘Soddy bunu dönüşüm diye adlandırma, bize simyacı der ve kafamızı koparırlar’ diyor. Bağnazlık her devirde, her alanda ve her coğrafyada vardı ve var olmayı bütün şiddetiyle sürdürmekte. Finlandiya gibi ülkelerde aşılmaya başlanan ezberci eğitim sistemini, egemenler ya bir şekilde (mesela kara çalarak) engelleyeceklerdir ya da işlerine yarayan bir şekle dönüştüreceklerdir. Ama bunu yapamayacakları bir gün de gelecektir…

*****

Aykırı çalışmalar çok çok az ve çok çok cılız olsa da her zaman var ve var olmaya devam edecek. Bunlardan biri de 2013 yılında Akdeniz Üniversitesinde gerçekleşti. Akdeniz Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Boztosun; alüminyum, bakır, çinko gibi elementlerin birbirine dönüştürülmesini sağlayan, ’foto nükleer reaksiyon’ adı verilen ve gama ışınlarıyla atom çekirdeğinden nötron ve proton koparma deneylerinin başarıyla gerçekleştiğini söyledi. Klinik elektron çizgisel hızlandırıcısı ile alüminyum, bakır, çinko, titanyum, kalay, kurşun ve kadmiyum gibi örnekleri ışınladıklarını dile getiren Prof. Dr. Boztosun, “ışınlanma sonrası eskiden beri simyacıların düşlerini süsleyen atom elementlerinin dönüşümleri, alüminyumun magnezyuma, bakırın nikele, çinkonun bakıra ve galyuma, titanyumun skandiyuma, kalayın indiyuma, kurşunun talyuma ve kadmiyumun gümüşe dönüşümleri gerçekleşmiştir” dedi. Prof. Dr. Boztosun, “yüksek enerjili gama ışınları elde ederek, bunları hedef çekirdeklere gönderip elementlerin birbirlerine dönüştürülebileceklerini göstermiş olduk” diye konuştu.

Bu deneyin üzerinden 9 yıldan fazla zaman geçmiş. Bu süre içinde ne gibi gelişmeler olduğunu bilmiyoruz. Üniversitelerden konuyla ilgili birilerine sorsak, sistemin onlara öğrettiği cevaplarla bizi susturacaklardır. Umarım aykırı zihinler zaman içinde çoğalır ve statüko kalesini yıkıp insanoğlunu çok geniş ufuklara ulaştırırlar. Asperger sendromuyla doğan bebeklerin sayısının hızla artıyor olması, başka etkilerin yanında, doğanın da bu yönde bir istek içinde olduğunu düşündürüyor…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.