Affetmek, af edebilmek, affedilmek…
En zor duruşlardan biridir af ile ilintili haller. O duruş ki ya muzaffer kılar sizi yahut bedbaht!
Enteresan bir şekilde bu konu hep ters okumayla anlaşılır ve değerlendirilir biz aciz kullar nezdinde.
Affetmenin kişiyi kazançlı kılacağı gerçeği zaafmış gibi algılanır. Kişinin mazlum konumunda olduğu hallerde affederek acziyet sergilemiş olacağı düşünülür.
Peki, gerçek böyle midir? Hakkın katında hakikat nedir?
Rabbimizin, insanlık için yegâne üsve-i hasene olan Sevgili Peygamberimize bu konuyla ilgili buyruğuna baktığımızda temel hareket noktasını görmekteyiz:
“Ey peygamber! Sen affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla emret, cahillerden yüz çevir.” (Âl-i İmrân, 199)
En yakınları yani akrabaları dâhil, kırk yıl aynı toplumda sosyal ilişki içerisinde olduğu ve saygı ihtiram topladığı kavmi tarafından çok ağır muamelelere duçar kılınan Peygamber Efendimize hitaptır bu. Affedici olan ve affedenleri seven Rabbimizin elçisinden istediğinin de aynı minvalde olması doğaldır. Çünkü Allah Rasulü:
“Beni Rabbim Terbiye Etti, terbiyemi de güzel kıldı.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) diye buyurmuştur.
Bu terbiyenin izlerini O’nun hayatının her evresinde görmekteyiz. Şahsî anlamda hiç kimseye kin gütmeyen, nefret beslemeyen ve intikam almayan Peygamberimiz öfkenin ne kadar yıkıcı bir duygu olduğunu öğretmiştir bizlere.
Yüreğinde affedemediği ne kadar çok kişinin yükünü taşıyorsa, hayata karşı o kadar mağlub oluyordur insan. Affetmek erdemine sığınan kişinin kaybedeceği yanılgısı insanı öfkenin, kinin, nefretin ve bir adım sonrası intikamın kucağına bırakıyordur. Affeden ringde yenilgiyi kaybeden değildir. Affeden boynunu bükmüyordur.
Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : “Allah, muhakkak surette kendisine yapılan kötülüğü affeden kişiyi şerefli kılar.” (Müsned, II, 235, 238) buyurarak bizlere affetmek erdemini kuşanmayı, rabbimizin katında değerimizi artıran ve aziz kılan bir davranış olarak öğretmektedir.
Yoluna dikenler döşeyeni affetmiştir Allah’ın elçisi,
Amcasını hunharca öldürüp şehit edeni, kendisini öldürme niyetiyle yola çıkanı, türlü maddî-manevî baskıyı reva görenleri…
Affetmiştir merhamet Peygamberi.
Ancak kutsala hakaret eden, dine savaş açanlara tövbe edip hidayete uymadıkları takdirde hak ettiği cezayı uygulamıştır. İslam adına savaşmış ancak şahsî hiçbir davayı uzatmamış husumet sebebi kılmamıştır. Ashabına da aynı ahlak ile yol almaları tavsiye etmiştir. Çünkü rabbimizin kelamında Muhsinler olarak tavsif edilen takva sahiplerinin sıfatları arasında affetmek erdemi de zikredilmektedir:
“Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” (Âl-i İmrân, 133)
Eğer rabbimizin sevgisine matuf olmak istiyorsak bizler de kin ve nefret ile yol alanlardan değil kalbimizi kötü duygulardan temizleme gayreti içerisine girenlerden olmak için mücadele etmeliyiz. Kin ve öfke ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bizleri de içten içe kor haline çevirecek demektir.
Kinlerimiz bizi yakmadan affetmenin serinliğine sığınmalıyız.
Bu hassasiyetle rabbimizin rızasına nail olabilme umuduyla duamız:
“Allah’ım bizleri affet ve bizleri affetmeyi sevenlerden eyle!”
Amin.