Son yazımdaki konuya bu yazımda da devam ediyorum. Yazımda, insanoğlunun yüzbinlerce (hatta belki de milyonlarca) yıldır süren yolculuğunda ahlaki olarak hiç bir ilerleme sağlayamadığı zannımı ifade etmiştim. Düşünce dünyasında melekle şeytan arası bir konumda olan insan (tabii ki bu benim fikrim, katılmayabilirsiniz); yüzbinlerce yıldır kendisine birşeyler anlatmaya çalışan yol göstericilerine rağmen (biz bu yol göstericilerin sadece son beşbin yılda yaşayanlarının adını biliyoruz), ve de kafataslarımızın içerisinde bulunan ve bizlere büyük bir tefekkür imkanı sağlayan beyinlerimize rağmen, insanlaşma (yani bence melek olmaya yaklaşma) yolculuğunda hiç bir ilerleme sağlayamadı. Binlerce yıldır anlatılanların sadece işine gelenleri, çıkarına uygun kısımlarını alıyor, kalanlar bir kulağından giriyor, öbüründen çıkıyor…
*****
Geçen yazımda Filistin’de yaşanan vahşete değinmiştim. Milyarlarca insanın vahşet karşısındaki pek fazla umursamayan tavrı, ahlaki yolculukta bir arpa boyu yol alamamış olduğumuzu, gözlerimize sokarcasına gösterdi. Diğer halkları bir kenara bırakın, arap devletleri bile; İsrail’le, ABD ile, Avrupa ile arasını açabilecek her hangi bir girişimde bulunmadılar. Sadece laf üretildi, sadece yaparMIŞ gibi bir şeyler yapıldı, hepsi o kadar. Ne ticari ilişkiler ciddi şekilde askıya alındı, ne de çeşitli seviyelerdeki diplomatik ilişkiler kesildi/azaltıldı…
Topu tüfeği alsınlar, karşı saldırıya geçsinler gibi bir düşüncem yok (bu arada Hamas gibi örgütlerin sütten çıkmış ak kaşık olmadığının, eleştiriden azade olmadığının altını çizmek de isterim ama burada eleştiri önceliğimiz çok daha suçlu ve çok daha güçlü olanadır). Şiddetin ve savaşın her türlüsüne karşıyım. Ancak şiddete başvurmadan yapılabilecek çok şey var. Bunlar da, Starbucks’ta oturanları taciz etmek, McDonalds’ın karşısına pankart asmak, CocaCola içmekten bir süre vaz geçmek gibi eften püften, yaparMIŞ gibi işler olmamalı. Mesela 1973 Yom Kippur savaşı sonrasında uygulanan petrol ambargosu, önemli bir girişimdi. Bu savaştan sonra arap ülkeleri İsrail’i destekleyen ülkelere (başta ABD olmak üzere) petrol satmama kararı aldılar. Petrol fiyatları hızla yükseldi ve dünya ekonomik bir krize girdi. Herkesin (istisnasız herkesin) şapkasını önüne koyup düşünmesini gerektiren bir ortam doğdu…
*****
Savaşı çıkaranlar hep ülkelerin idarecileriymiş gibi görülür, vahşetlere seyirci kalınmasında da günah keçileri yine ülkelerin idarecileridir. Oysa savaşların çıkmasında da, olumsuzluklara seyirci kalınmasında da normal vatandaşın payı çoktur. Vatandaş idareciyi yönlendirir. Eğer arabanızı, akıllı telefonunuzu, daha yenisi ve daha gelişmişi ile sık sık değiştiriyorsanız (veya en azından bu değişim fikri size cazip geliyorsa), çocuklarınızın yaşam standardı aman düşmesin, özel okul ödemeleri falan da sıkıntıya girmesin diyorsanız, ekonomide sarsıntıya yol açacak hiç bir şey olmasın istersiniz. Hatta, daha iyi arabalara, daha iyi evlere, hatta hatta yat sahibi, uçak sahibi, Miami’de ev sahibi olmaya götürecek arzular; toplumsal ahlakta büyük gedikler açacak (olumsuza kısmen de olsa destek vermek gibi) olsa da; bunlara öyle güzel kılıflar, öyle güzel mazeretler üretiriz ki, yaptığımızın yanlışlığını görmemiz imkansız hale gelir (bu kılıflar bize sadece dışarıdan sunulmaz, bizim beynimiz de bunları üretmekte çok mahir). Tabii öbür yandan dilimizle ah vah etmek, lanetlemek, mitinglere katılmak maliyeti olmayan işlerdir, bunları rahatça yapmaya devam ederiz….
*****
Ahlaki yolculukta hiç ilerleme sağlayamamış olmamızın tek göstergesi Filistin de değil tabii ki. Binlerce yıldır devam eden insanın insana zulmü; Arakanlılar ve Uygurlar gibi halkların üzerinde bütün şiddetiyle sürmekte, Aborjinler gibi halklar bulundukları ülkelerde yok sayılmakta ve tüm dünya olup bitenleri cılız gösterilerle/bildirilerle kınamak dışında, tamamen seyretmektedir…
Zihinleri binlerce yıldır işgal etmiş olan düşünme biçimimizle; kemale doğru evrilme yoluna girebilmek mümkün değil. Dolayısıyla da dünyanın huzurlu bir yer olabilmesi mümkün değil. Sahip olma ve tüketme odaklı, yayılmacı, kavmiyetçi, kabileci, hep ‘ben haklıyım’cı düşünme biçimimizle insanlaşma yolculuğuna başlayabilmemiz, bence mümkün değil. Yaşamımızı; daha çok şeye sahip olmak, daha çok tüketmek, daha çok güçlü olup etrafımıza daha çok egemen olmak gibi olgulara terk ettiğimizde; yaşamı gerçekte olduğuna yakın bir yerlerinden algılayıp, gitgide olgunlaşan bir süreç içinde sürdürebilmek imkansızlaşıyor. Hatta ‘gerçek’ ve ‘olgunlaşmak’ gibi kavramlar hiç gündeme gelemiyor. Bunun, üzerinde çokca düşünülmesi gereken bir konu olduğuna inanıyorum. Yaşam fırsatımız, şaşkın zihinlerimize değerli gibi görünen ama gerçekte hiç bir değeri olmayan meselelerle heba edilmemeli…