NOT: Bu yazı dizisi, Prof. Dr. Yusuf Erbay’ın, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi’nde, 2012 yılında yayınlanan (Cilt 21, Sayı 2, Nisan, ss: 25-47) “Türkiye’de Yerel Düzeye Aktarılan Bazı Yetkilerin Doğurduğu Çatışmalar. Örnek Olay: Yalova İl Planlama Süreci ve Plan Uygulamaları” adlı bilimsel makalesinden faydalanılarak hazırlanmıştır.
Artarak devam eden bu rakamların oluşturacağı tahribatın büyüklüğünü kestirmek zor değildir. Yeni yapılacak olan köprü ve yolların yarattığı ranta yönelik olarak hızlanan bu taleplerin Valilikçe GSM ruhsatı verilmeyerek engellenmesi üzerine, MİGM’den maden arama ruhsatını alanlar tarafından idari mahkemelere çeşitli davalar açılmıştır.
Davaların birinde, Çevre Düzeni Planı’nda GSM ruhsatı verilmemesine dayanak teşkil eden bir cümle iptal edilerek Valilik aleyhine karar verilmiştir. Ancak, yüksek yargıya yapılan itiraz sonucunda Danıştay 8. Dairesi’nce verilen E:2010/4528, K:2010/7304 sayılı karar, Yalova Valiliği’nce yapılan işlem ve uygulamalardaki haklılığın ortaya konulması bakımından önemlidir. Yüksek Yargı tarafından alınan ve idare hukukuna göre emsal teşkil eden bu kararda, yerelde alınan Mahalli Çevre Kurulu Kararı ve Stratejik Plan, hukuki temel olarak kabul edilmiştir. Kararın hüküm kısmına şöyle: “Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerinin birlikle değerlendirilmesinden; yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılması ve çalıştırılmasının mümkün olmadığı ve yetkili mercilerin iznin verilmesi için yapacakları incelemelerde insan sağlığı ve çevre kriterlerini esas almaları gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda, davaya konu alanın, Yalova Valiliği Mahalli Çevre Kurulu kararları ve Yalova İl Genel Meclisi’nin 7.6.2006 gün ve 93 sayılı işlemi ile onaylanarak yürürlüğe giren Yalova Stratejik Planı doğrultusunda maden ocağı açılmaya uygun olmaması nedeniyle gayri sıhhi müessese ruhsatı verilmesi isteminin reddedildiği anlaşıldığından, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu, tersi yaklaşımla verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Bursa 1. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine 24.12.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.” (Danıştay 8.Daire, 2010: 1-3)
Oybirliğiyle alınan ve daha önce tersine alınmış olan bir idare mahkeme kararını bozan bu kararın altının çizilmesi gereken iki önemli hükmü vardır. Birincisi, “yetkili mercilerin iznin verilmesi için yapacakları incelemelerde insan sağlığı ve çevre kriterlerini esas almaları gerektiği sonucuna ulaşılması”; İkincisi ise, “Yalova Valiliği Mahalli Çevre Kurulu kararları ve.. Yalova Stratejik Planı doğrultusunda maden ocağı açılmaya uygun olmaması nedeniyle gayri sıhhi müessese ruhsatı verilmesi isteminin reddedildiği anlaşıldığından, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu” hükümleridir. (Danıştay 8.Daire, 2010: 3)
Bu karar, kendilerine yetki verilmesini arzu eden ve bu yetkileri gerçekten kullanmak isteyen yerel yöneticilerin önünü açacak özelliklere sahip bir karardır. Bugüne kadar “istişari” nitelikte olduğu söylenen Mahalli Çevre Kurulu kararlarının, bir Yüksek Yargı Kararı’nın gerekçelerinden biri olarak sayılması, özellikle çevreyi koruma amacıyla alınacak ve uygulanacak kararlara “hukuki” bir güç katmıştır. Yetkili mercilerin ruhsat izni verirken insan sağlığı ve çevre kriterlerini esas almaları gerektiği hükmü ise, çevreci olduklarını ileri süren pek çok yönetici için bir “turnusol kağıdı” niteliğindedir. Ayrıca, Çevre Düzeni Planı’nın bir cümlesinden yola çıkılarak erişilen bu karardaki diğer dayanağın Yalova Stratejik Planı olarak belirtilmesi önemli bir yerel kazanımdır. Sözü geçen planın, Çevre Düzeni Planı’nın ‘altlığını’ oluşturduğunu ve eşgüdüm içinde yürürlüğe konduklarını unutmamak gerekir.
Yerel düzeyde alınacak kararlar, yapılacak planlar ve verilecek ruhsatlar açısından önem taşıyan bu yargı kararı, sürecin geçmişi de özetlenerek bütün Valiliklere gönderilmiştir. Aynı nitelikte bir yazı, Başbakanlığa ve ilgili bakanlıklara da iletilmiştir. (Yalova Valiliği Özel Kalem Müdürlüğü, 2011: 1) Ancak, bir Valilik hariç, resmi ya da gayri resmi, olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap ya da tepki alınamamıştır.
Kamuoyunu oldukça meşgul eden ‘maden aramaları sırasındaki ağaç katliamı’ konusunun bir parçası olması gereken gelişmeler bir ‘basın bildirisi’ şeklinde bütün ulusal medya kuruluşlarına da gönderilmiştir. İçeriğine sadece birkaç köşe yazarının değindiği bildiride, yaşanan süreç şöyle özetlenmiştir:
Yalova’da Orman Depremi
Yalova ilinin kapladığı alanın yarısından fazlası ormanlardan oluşmaktadır… Ancak; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nce (MİGEM)…çoğunluğu orman ve tarım alanları olmak üzere yerleşim alanlarına dahi ‘Maden Arama ve İşletme Ruhsatları’ verilmiştir ve verilmeye de devam edilmektedir…bu alanlara, Yalova Valiliği’nce Çevre Düzeni Planı, Mahalli Çevre Kurulu Kararları ve İl Stratejik Planı gerekçe gösterilerek, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı (GSM) verilmemektedir. Yalova’nın ağaç denizini gelecek nesillere taşımak amacıyla Yalova Valiliği tarafından hassasiyetle sürdürülen bu uygulama, idare ile maden ruhsatı sahipleri arasında hukuki çatışmalara neden olmaktadır. Bu işlemler sonucunda açılan bir dava nedeni ile Danıştay 8. Dairesi’nce verilen karar, Yalova Valiliği’nce yapılan işlem ve uygulamalardaki haklılığın ortaya konulması bakımından önemlidir. Bu kararda, Valilerin yerel düzeyde alacağı Mahalli Çevre Kurulu Kararı ve Stratejik Plan, hukuki temel olarak kabul edilmiştir. Yerel kurumların ülke genelinde yapılacak orman katliamına karşı kullanabileceği bu yasal yetkinin ilgili bütün kurumlarca göz önünde bulundurulması hayati önem taşımaktadır.
Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından verilen bu ruhsatlara Yalova Valiliği’nce de GSM Ruhsatı verildiği takdirde… Orman İşletme Müdürlüğü’nce bu alanlara yönelik olarak hazırlanan teknik rapora göre… yaklaşık 6.996.000 (altı milyon dokuz yüz doksan altı bin) adet ağacın kesilmesi gerekecektir. Bu, Yalova ilinin yaşadığı deprem felaketinden sonra karşılaşacağı ikinci bir ‘Orman Depremi’ felaketi olacaktır.” (Yalova Valiliği Özel Kalem Müdürlüğü, 2011: 1)
Yerel yönetimlerle ilgili olarak yapılan düzenlemelerle kendilerine aktarılan yetkileri kullanan yerel düzeydeki yöneticiler, Yalova ilinin ‘çevre odaklı ve çevreye duyarlı’ planlarını yapmış ve uygulamaya koymuşlardır. Bölgesel yapının ana özelliğini oluşturan orman varlıklarının korunması ve gelecek nesillere aktarılması temel kaygı olarak bütün uygulamalara yansıtılmıştır. Dünya ölçeğinde ön plana çıkan alternatif turizme ve ekoloji dostu ekonomilere dayandırılan Yeşil-Mavi Yol gibi yerel projeler, Model Orman adı altında yürütülen uluslararası çalışmalarla bütünleştirilmiştir.
Sadece çevre duyarlılığını değil, Yalova için yaşamsal önem taşıyan depremle ilgili hükümleri uygulamaya koyan plan, bazı kesimlerce ‘gelişmeyi engelleyici’ bir unsur olarak algılanmıştır. Planlı gelişmenin getirdiği düzenlemeleri, denetimsiz ve sınırsız kar getirici faaliyetleri için engel olarak gören bu anlayış, bölgede daha önce (1999) yaşanan ve halen var olan deprem tehlikesini de görmezden gelme yanılgısını devam ettirmektedir. Yalova Plan çalışmaları sürecinin bu yönüyle de incelenmesi ve dikkate alınması gerekmektedir. Başka bir kaygı verici tutum, planda olmayan ve bölgede yapılmasında özellikle çevre açısından ciddi sakıncalar olan termik santral ve kimyasal atık tesislerinin kurulması çalışmalarıdır. Plan yapma yetkisini yerel düzeyde görev yapan örgütlere veren merkezi birimler, bu tutumlarının aksine, bazı özel kanunlara dayanarak planı işlevsiz hale getirme görevini yürütmektedirler. Merkezden verilen maden ocağı ruhsatlarına gösterilen yereldeki direnç ise, ne yazık ki, bu konularda yerini teslimiyete bırakmış görünmektedir.
Yalova’da yapılan planlama çalışmalarının kayda değer bir yönü de, halkın sürece katılımının sonuç alıcı bir tarzda hayata geçirilmiş olmasıdır. Yöre insanının 2025 yılında geleceği düzey hedef alınarak hazırlanmış olan Çevre Düzeni Planı’nın gerçekleşmesinde etkin bir rol oynayan halkın, aynı bilinci planın korunmasında ve ödünsüz bir şekilde uygulanmasında göstermesi de oldukça önemlidir. Bu çalışma, giriş kısmında da belirtildiği üzere, yerel yönetimlere hangi yetkilerin aktarılması gerektiği konusunu değil; aktarılan yetkilerin bazı yöneticiler tarafından ‘nasıl kullanılmak istendiği’ ve bu isteğin merkezi yönetim tarafından ‘nasıl engellenmeye çalışıldığı’ konusunu irdelemeyi hedeflemiştir.
Yalova deneyimi göstermiştir ki, yerel düzeyde görev yapan kuruluşlara verilen yetkiler kadar önemli bir nokta da, yetkiyi veren merkezi birimlerin bu konudaki samimiyetleridir. Hükümetler ve özellikle merkezi bürokrasi, bir şekilde verdikleri yetkileri bir başka şekilde geri almak arzusunu devam ettirdikleri sürece yapılan reformların sonucu alınamayacaktır.
Bir diğer samimiyet sorgulaması, sürekli yetki eksikliğinden yakınan yerel düzeydeki yöneticilerin bu yetkiler kendilerine verildiğinde takındıkları tutumla ilgilidir. Merkezi birimlerle ya da yerel düzeydeki bazı odaklarla ters düşmemek için yetkilerini ‘kullanmama’, ‘korumama’ ve hatta ‘yok sayma’ yolunu seçen yönetici tipinin sayısı ülkemizde maalesef az değildir. Ele alınan örnek olay ve incelenen süreç göstermektedir ki, kanunlar çıkararak ve düzenlemeler yaparak yerel yönetimlere yetkiler aktarmak tek başına yeterli olmamaktadır. Yetkileri aktaran merkezi yapılanmanın ve bunları kullanacakları varsayılan yerel düzeydeki yöneticilerin istekleri ve tutumları önem arz etmektedir.
“Demokrasinin Beşiği“ olarak nitelenen yerel yönetimlerin etkinliklerinin artmasını gerçekten isteyen merkezdeki ve yereldeki yetkin kişilerin, bu gerçeği ‘içselleştirmeleri’, davranışlarına ve uygulamalarına yansıtmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, yerel yönetimlere ‘verilmiş gibi yapılan’, fakat ilk fırsatta parça parça geri alınan yetkiler öbeğiyle ve bu yetkileri kullanma konusunda fazla arzulu olmayan yöneticilerle çağdaş bir yerel yönetim oluşturma amacına ulaşmak zorlaşacaktır. Kendilerine verilen yetkileri kullanırken kamunun çıkarını, yerel ve çevresel öncelikleri dikkate alan; halkın isteklerini demokratik ve katılımcı yöntemlerle karar alma süreçlerine etkin bir şekilde aktaran ve bilimsel yöntemlerle yapılan planları -merkezdeki birimlerle ya da çıkar odaklarıyla çatışmayı göze alarak- hukuka uygun biçimde titizlikle uygulama yolunu seçen yöneticilere her zamankinden fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
———– SON ———–