Daha önce de bahsetmiştim, gençlik yıllarımda her gün en az bir gazete alırken (genellikle Cumhuriyet) ve bu alışkanlığımdan hiç vaz geçmeyeceğimi zannederken, 50’li yaşlarımın ortalarında hiç gazete almamaya başladım. Son zamanlarda ise haftalık Oksijen gazetesini düzenli alır hale geldim… Farklı bir gazete… Bu yazımda da, Oksijen gazetesinin son sayısındaki bazı konuları kısaca ele almak istiyorum…
*****
Selçuk Şirin, Oksijen’deki yazısında, geçen haftaki incel etiketli cinayeti ele almış. Selçuk bey diyor ki, ”Ya şiddeti doğuran ortamı konuşacağız ya da her vak’ada, sanki olay ilk defa başımıza geliyormuş gibi sıfırdan başlayacağız. Bakın bu sefer de sadece incel’lik kavramına takılıp, sosyal medyaya yasak getirerek işin içinden çıkacağımızı sanıyoruz”…
Selçuk beye tamamen katılıyorum. Zannediyoruz ki, bir iyiler var, bir de kötüler, biz ise tabii ki iyi’yiz… O kötülerinse kafası kopartılmalı… Genellikle insanoğlu buna benzer bir düşünce dünyasına sahip, ne yazık ki… Oysa böyle iki grup değil, tek bir grup var, onun adı da; insan… Her bir insan tüm iyi ve kötü düşüncelerin hepsini potansiyel olarak barındırıyor bence… Kişinin koşulları iyi düşüncelerin gelişmesine yol açıyorsa onlar gelişiyor, kötü düşüncelerin gelişmesine yol açıyorsa onlar gelişiyor (koşulları genler dahil geniş anlamda kullanıyorum yoksa dar anlamda kötü koşuldan iyi, iyi koşuldan kötü üreyebilir bazen)… Neyin iyi, neyin kötü olduğu da oldukça göreceli. Cengiz’in veya Timur’un yoldaşı olarak doğmuş olsaydık, yapılan katliamlara hiç de kötü gözle bakmayacaktık, bizim başımıza gelmediği sürece… Oturup düşünsek bile, her bir yaşanana birer kulp takıp, akla uygun hale getiriverecektik… Veya 2. Dünya Savaşını Almanlar kazansaydı, bugün bütün dünya az ya da çok Alman hakimiyetinde olacaktı ve biz tarih kitaplarında Hitler ve yanındakilerin ne kadar iyi, ne kadar ulvi insanlar olduğunu okuyacaktık. Bunun aleyhine fikir beyan edenlerse cezalandırılacaktı…
Selçuk beyin yazısındaki cinayete dönecek olursak; günlük haber hiç takip etmediğimden ayrıntılarına hakim değilim, olay gerçekten bir incel vak’ası mı bilmiyorum. Öyle olduğunu varsayalım. İncel meselesi feminizm ile beraber tırmanışa geçmiş durumda. Bu mesele önümüzdeki yıllarda çok daha sık karşımıza gelecek. İnsanoğlu’nun tüm meseleleri gibi bunun da çözümü kolay değil. Evet bu meselenin de çözümü hiç kolay değil ama birilerini tü kaka yaparak hiç bir sorunu çözemediğimiz gibi, bunu da çözemeyiz…
*****
Oksijen’de yer alan habere göre, sezaryen doğum oranında %60 ile dünya birincisiymişiz. Sezaryen’in Avrupa Birliğindeki oranı %30. Yani bizimki 2 kat fazla. Türkiye’deki özel hastanelerde bu oran %78’e çıkıyor. Ülkemizde normal doğumdan uzaklaşılmasında en önemli etkenin sağlık sektörünün aç gözlülüğü olduğunu sanıyorum. Türkiye’nin sezaryende dünya birincisi olması, bu açgözlülükte de dünya sıralamasındaki yerimizi gösteriyor gibi… Normal doğumdan uzaklaşılmasında ebelerin süreçten saf dışı edilmelerinin rolü de büyük görünüyor. Ebeleri devre dışı bırakan da yine bu açgözlülük bence…
*****
Gazetedeki bir diğer haber de antibiyotikler üzerine. Çok fazla antibiyotik kullandığımız için ve kullanmıyorsak bile antibiyotikleri yediğimiz etlerle (kırmızı ve beyaz) aldığımız için, antibiyotikler gitgide işe yaramaz hale geliyorlar. 2021 yılında yaklaşık 6 milyon kişinin bu ve bununla irtibatlı nedenlerle öldüğü tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletlerde bu gidişi yavaşlatmak için bir metin hazırlanmış ancak hayvan üreticileri, kullandıkları antibiyotiği %30 azaltma hedefini kabul etmemişler. Dünyada üretilen antibiyotiğin %73’ünü hayvanlara veriyormuşuz. Ölmesinler, ölmeden büyüyüp satılabilsinler diye, ticari değerleri azalmasın diye… Nasılsa yerken anlamıyoruz, yediğimiz ette ne kadar antibiyotik olduğunu… Problem, hasta olduğumuzda bize etki edebilecek bir antibiyotik bulunamazsa ortaya çıkıyor. O zaman da iş işten geçmiş oluyor zaten. O noktada işin failini aramak da boşuna…
*****
Gazetedeki bir ekonomi yazısında, eylül ayı enflasyon oranının, Merkez Bankası beklentilerinin oldukça üstünde çıkmasının, ülke ekonomisini idare edenlerin moralini bozduğunu anlatıyor. Enflasyonla beklenenden biraz daha uzun süre boğuşacağımız anlaşılıyor. Umarım ülke ve/veya dünya genelinde ekstra olumsuzluklar olmaz da, süre uzasa bile neticede enflasyon meselesini yeniden tek haneli rakamlara indirebiliriz….
*****
Çağrı Mert Bakırcı’nın yazısında da, meyva sineğinin beynindeki tüm sinirsel bağlantıların eksiksiz haritasının çıkarılabildiği anlatılıyor. Bu harita, insan beyninin düşünme süreçlerini anlamamıza çok yardımcı olacak gibi görünüyor. Meyva sineğinin beyninde 130 binden fazla nöron ve 50 milyon sinaptik bağlantı varmış…
Sivrisinekleri bile öldürmekten kaçınıyorum. Tüm canlılar muhteşem yaratıklar. Onların karikatürünü bile çizmekten aciz olan biz insanoğlu, onları çeşitli yollarla çok kolay öldürüyoruz… Ne hakla yapabiliyoruz… Ve bunun ilahi adalette bir karşılığı yok mudur??
*****
- sayfada, Harari ile yapılan bir röportajdan bölümler yer alıyor: ”Netanyahu İsrail tarihinde en çok nefret edilen kişi. İsrail halkının %50’si ondan hayal bile edilemeyecek düzeyde nefret ediyor. Bence bir liderin bir numaralı sorumluluğu, özellikle de İsrail gibi var oluşsal tehlike altındaki bir ülke için, birleştirici olmaktır. Ve o, İsrail’i birleştirebilecek dünyadaki son kişi…”
*****
Gazeteden alıntılamak istediğim son haber, Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) dair. BAE ilk kumarhane lisansını vermiş. Baha bu ülkelerde yaşanacak süreci bize son 10 yıldır anlattığından, bu tür gelişmeler bana hiç şaşırtıcı gelmiyor. Baha bu sürecin ilk işaretlerinin aslında 2000’li yılların başında oluştuğunu ama o yıllarda çocuk olduğu için bunları göremediğini söylüyor…