Yalova hakkındaki araştırmalarımı siz kıymetli hemşerilerim iyi biliyorsunuz ve yakından takip ediyorsunuz.
Ben de araştırdıkça çok değişik hakikatlerle karşılaşıyorum.
Mesela Yalova’nın kaymakamıyla meşhur olduğunu herkes ballandırarak anlatır!
Hakikat öyle değilmiş…
“Yalova Yoğurdu” kaymakamından daha meşhurmuş.
1930-1950 yılları arasında Yalova Yoğurdu İstanbul esnaflarının en çok sattığı ürünmüş.
Yalova Yoğurdu’nu İstanbul’da bulmak mümkünmüş de Yalova’da bulmak imkânsızmış!
Yalova’da satılırsa 30 ya da 40 paraya gidiyormuş, İstanbul’da ise 60 para ediyormuş.
Bir de Yalova yumurtası…
Yalova’nın öyle bir yumurtası varmış ki; eşi benzerini bulmak mümkün değilmiş.
İstanbul esnafı Cumartesi günü Yalova pazarına gelir, ne kadar yumurta varsa toplayıp giderlermiş. Yalova yumurtası satan esnaf, İstanbul’da parmakla gösterilecek kadar azmış. Alıcı “Bu Yalova yumurtası mı?” diye sorarmış.
Bir de Yalova Kumu…
İstanbullu müteahhitler inşaatlarında Yalova Kumu kullanırlarmış. Yalova kumundan yapılan binanın daireleri hemen satılırmış.
Bunun nedenini de her halde en iyi inşaat mühendisleri açıklayabilirler…
Yalova’da Akköy bamyası ile Kocadere fasulyesini en çok bilinen sebzelerden zannederdik ya…
Meğer Yalova Maydanozu dillere destanmış.
Termal’in “Şifa Suyu” ile Yalova’nın “Sefa Suyu” bir müddet yarışmışlar. Sefa suyu tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmış ve “Sefa Çeşmesi” yıkılmış. Termal’in Şifa Suyu ise hala kaynağından fışkırmaya devam ediyor. Eğer içine sahte sıcak su katılmıyorsa birçok derde devadır.
Bir de Armutlu kaplıcalarının suyu…
Dünyada kalbe iyi gelen üç sudan bir tanesi de Armutlu şifalı sularıymış meğer. İkisi Avrupa ülkelerinde…
Hele Yalova Elması…
İstanbul’da elma satmak isteyen etiketine Yalova Elması yazmak zorundaymış. Yoksa ürününü pazarlaması imkânsızmış…
En heyecanlı yolculuklar denizde fırtınaya yakalanan vapurlarla yapılırmış. Yalova iskelesine yanaşıp da toprağı defalarca öpen ve bir daha vapura binmem diyen onlarca hikâye kahramanı var.
Velhasıl bugüne kadar yüzlerce Yalova konulu yazılar yazdım.
Fakat hala yeni hakikatler öğreniyorum.
Türkiye’nin ilk opereti “Yalova Türküsü” on yıl boyunca gişe rekorları kırmış.
İstanbul sosyetesi için Mayıs ayı “Yalova Mevsimi” olarak adlandırılırmış. Kaplıcaya Kiraz mevsiminde girmek şifayı artırıcı bir durummuş. Kurnanın başında kiraz yenirse kanın sulanması ve midenin hazmına katkı sağlarmış.
Yalova- Bursa yolu sanayi bölgesindeki hatta tam yirmi yıl çamur ve bozuk zeminden dolayı tamamlanamamış. Otobüs şirketleri de yolcular da illallah demiş!
Akköy’de 1935 yılında bir bardak su 13 lira 80 kuruş gibi büyük bir paraya satılmış. Ama para Türk Hava Kurumu’na bağışlanmış.
1940 yılında Yalova’da sadece bir ekmek fırını olduğu ve yetersiz kaldığı için Yalovalılar isyan etmiş.
1950’li yıllarda İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, her ayın son haftası Yalova’ya gelir ve atına binerek köyleri gezer, sorunları dinlermiş.
Böylece size Yalova’nın geçmişiyle ilgili onlarca hatta yüzlerce örnek yazabilirim.
İsterim ki kentimizi daha iyi tanıyınız.
Yalova ağaç kovuğundan çıkan bir yerleşim değildir.
Evet, çok göç aldığı doğrudur. Fakat köklü bir geçmişe sahiptir.
Kentlilik bilincimiz oluşmadı diye entelektüel kesimden çokça serzeniş duyabilirsiniz.
Kentlilik bilincini kim oluşturacak?
Dert edineni mi var?
İl olalı çeyrek asrı geçtik ama bir arpa boyu yol alamadık.
Bundan sonra yol alır mıyız?
Bu bakış açısıyla imkânsız!