Hayatımızı idame ettirebilmek için ihtiyaçlarımız söz konusu. Yemek, içmek, barınmak…
İlk insandan beri bu ihtiyaç listesi hiç değişmemiş. Lakin ihtiyaçlarımı gidermek için tercih ettiğim kriterler beni diğer canlılardan ayıran yönüm olmaktadır. Sadece yemek içmek için yaşamak veya her gördüğümü istediğim zaman yiyip içmek… Hayır, benim için tüm davranışlarımda olduğu gibi bu aslî ihtiyaçlarımda da sınırlar, kurallar, haklar ve öncelikler söz konusudur.
“O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205) Şeytan nesli bozmak için ekini tahrib ve ifsat etmeye çalışmaktadır. Genetiği ile oynanmış gıdalar insanlığın inanç genlerine büyük anlamda darbe vurmaktadır. Besmele ile yenilmeyen yemeğin çıkarılmasının daha hayırlı olduğunu hatırlatan Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (s.a.) Buhari’de geçen bir hadiste Sa’d b. Ebi Vakkas’a: “Ey Sa’d! Yiyeceğinin temiz ve helal olmasını sağla ki, duası kabul olan birisi olasın. Yoksa bir kişi midesine haram lokma indirdi mi, ondan kırk gün dileği kabul edilmez. Haramdan beslenenleri ateş temizler.” Diye buyurmuştur.
Yine başka rivayetlerde haram lokma yiyenin ibadetinin kabul olmayacağı şeklinde ifadelerde geçer. Peki, neden bu kadar önemli uyarılar yapılmıştır? Kişinin yediği, içtiği veya giydiği ile duası ve ibadeti arasındaki bağ nedir?
Yiyip içtiklerinde ve giydiklerinde helal haram hususuna dikkat etmeyen kişi zamanla bunu bir yaşam felsefesi olarak genel bir alışkanlığa dönüştürebilir. Sadece ihtiyaçlarım için yaşarım ve onları giderme hususunda hiçbir sınır ve kural tanımam diyebilir. Nefis için böyle bir tutum oldukça tatmin edici görünse de sosyal bir varlık olan insan için bu yaklaşım hem kendine hem çevresine hem de tüm insanlığa karşı hakların ihlalini yok saymak demektir. Ve de en önemlisi bencilcedir.
Burada dikkat etmemiz gereken gerçek şudur; Müslümanın hayatının her anı bir bütün olarak değerlendirilir. Sabah gözlerimizi açtığımız andan gece uykuya daldığımız zamana kadar geçirdiğimiz her saniye hayata bakış açımız aynı pencereden olmalıdır. Ben yeryüzünde Rabbimin bir kulu olarak varım ve var olmaya devam edeceğim. Yaşadığım her gün, her mekanda hangi koşullarda olursa olsun, bana şah damarımdan daha yakın olanRabbim ile birlikteyim; her bir hareketimin, her bir sözümün, her bir kaş-göz işaretimin kayıt altına alındığı bir sınavda ter dökmekteyim. Sadece kendimi düşünerek istek ve arzularımın çevrelediği bir fanus içerisinde yaşamıyorum. Sorumluyum ve sorumluluk sahibi bir varlığım. Bu bilinç, benim hayatımın mihenk noktası olmalı. En büyük motivasyonum da Rabbimin emir ve buyrukları.
Burada hangi sese kulak vereceğim çok önemli! Yüce Rabbimiz bizleri bu konuda da uyarmaktadır. Eğer hayatıma dair kontrol, kulluk bilinci içerisinde olarak bende değilse, nefsime yoldan çıkarmak isteyen pek çok ayartıcının varlığını her yanda görebilirim:
“Haydi, onlardan gücünün yettiklerini sesinle (telkinde bulunarak) çağrınla ayart! Süvarilerinle yayalarınla onlara karşı ordu topla; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadde bulun. Zaten şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez.” (İsrâ,64)
Sınırlarım var; beni özgür kılan kurallarım var; hayatımı disiplinli, sorumlu bir varlık olarak devam ettirmemi sağlayan, uymam gereken ilahî buyruklar var.
Şükürler olsun ki bir gaye ve hedef için mücadele vermekteyim; bir kul olarak her anımın hesabını vereceğim şuuruiçerisindeyim. Ve umut ediyorum ki yediğim, içtiğim, gezdiğim, dolaştığım, okuduğum, yazdığım her şey Rabbimin rızasına matuftur.