23 yıl önce 17 Ağustos deprem felaketini Yalova olarak yaşadık; ateş düştüğü yeri, Yalova’yı yaktı…
23 yıl sonra bu defa Kahramanmaraş merkezli üst üste 2 büyük deprem felaketini yaşadık; ateş yine düştüğü yeri, deprem bölgesini yaktı…
Evet; her felakette olduğu gibi bir kez daha milletçe büyük bir dayanışma gösterdik, acılar paylaşıldı..
Ama yine de…
Ateş düştüğü yeri yakıyor; yaşamayan bilemiyor…
………….
Her kafadan bir ses çıktı ve hala daha çıkıyor ya…
İnanılır gibi değil…
Biri 20. yüzyılın, diğeri 21. yüzyılın deprem felaketleriydi…
Allah aşkına…
İktidarı suçlamaya…
Ya da…
İktidarı savunmaya…
Hiç gerek var mı?
Bugün bağırıp çağıranlar 1999’da ülke yönetimindeydi!
Aynen o günlerde ‘Nerede bu devlet?’ diyenlerin bugün işbaşında oldukları gibi!
Yaşananlardan gerekli dersler çıkartılmıyorsa…
Bilime-teknolojiye yönelik adımlar atılmıyorsa…
Art niyet ve fanatizmden uzak, toplumsal talep ve baskı oluşmuyorsa…
Muhalefetken başka iktidarken başka konuşacak kadar akıldan, izandan, samimiyetten, dürüstlükten uzaklaşmışsak…
Kime isyan ediyoruz; bu nasıl bir garabettir?
Yönetenleri seçen biz; her seçtiğimizi karalamayı marifet sayan yine biz…
Tarlaya, bağ-bahçeye imar rantı isteyip seçmen olarak siyasetçiyi oyumuzla tehdit eden biz; sonra da ‘Niye böyle oluyor?’ diye bağırıp-çağıran ve suçlu arayan yine biz…
…………………
1999’da, Yalova’da da aynı şeyleri yaşamıştık…
Depremin ilk saatlerinde, ilk günlerinde kaderimize terk edilmiştik…
Enkazların dibinde aynı feryatlar yükselmişti…
Belli bir süre sonra yardımlar ancak ulaşabilmişti…
Aynı telaşeler, aynı kargaşalar, aynı vurdumduymazlıklar yaşanmıştı…
Kritik süreç, yani 72 saat aşıldıktan sonra mucizevi kurtuluşlara aynı heyecan ve sevinçler gösterilmişti…
Umutlar tamamen kesildikten sonra aynı enkaz kaldırma telaşı ile baş başa kalmıştık…
O günün günah keçisi müteahhit Veli Göçer’di; binalara ruhsat veren, iskan veren, denetleyen bürokratlar, imar affı ile yıkıma yol açan siyasetçiler görmezden gelinmişti…
Bugünün günah keçisi müteahhit Mehmet Yaşar Coşkun; bir kez daha imar affını sağlayanlar, binaların ruhsatını-iskanını verenler, yapı denetime imza atanlar, ‘HERŞEY TAMAM, BUYURUN OTURUN’ diyen bürokratlar, yerel yöneticiler konuşulmuyor bile…
Aynı dış mihraklı deprem tetikleme senaryoları ile 23 yıl önce Gölcük’e gelen ABD gemisi konuşulmuştu; 23 yıl sonra bu defa İstanbul’a demir atan ABD gemisi konuşuluyor…
23 yıl önce Kardak’ta gerildiğimiz ve burun buruna geldiğimiz Yunan, -99 depremine arama-kurtarmasını gönderince barış güvercinleri uçurulmuştu!
Bugün de adaları silahlandırıp, ABD üsleri ile kafa kafaya geldiğimiz aynı Yunan, bu defa Güneydoğu Anadolu’da kardeş ilan ediliyor!
Kendi ülkesinin insanına sadece farklı siyasi partiye mensup diye deprem bölgesinde ‘DEFOL BURADAN!’ diyen zihniyet, depremden 1 gün öncesine kadar Türkiye’ye kin ve nefret kusan Yunan’a, 2 tır yardım malzemesi, 3 tane ekipman gönderdi diye ‘YAŞAYIN KAHRAMANLAR!’ sloganı atıyor…
………………….
23 yıl arayla 2 büyük deprem felaketinde on binlerce insanımızı kaybettik…
Yaşanan travmayı biz kendi şehrimizde 23 yılda tam olarak atlatamamışken…
10 vilayetimizdeki 13,5 milyon insanın neler yaşadığını, bundan sonrasında da neler yaşayacağını gayet iyi biliyoruz…
Bu işlerin iktidarı-muhalefeti…
A partisi B partisi…
Senin belediyen benim belediyemi…
OL-MAZ!
23 yıl önceki felakete o günün yerel yönetimleri ve merkezi hükümeti hazırlıksız yakalanmıştı…
Maalesef…
23 yıl sonra yaşadığımız son felakete de bu dönemin yerel yönetimleri ve iktidarı hazırlıksız yakalandı…
Tencere dibin kara, seninki benden kara misali…
Kimse kimseyi suçlamasın, sorumlu ilan etmesin, oraya-buraya fatura kesmesin…
Suçlu arayacaksak ve her bir suçlu bedel ödeyecekse inanın sokaklarda insan kalmaz…
Hepimiz hatalıyız, kusurluyuz, vebal altındayız ve üzerimizdeki bu vebalden kurtulmanın tek bir yolu var…
Dünü kurtaramadık…
Bugünü kurtaramadık…
YARINLARIMIZI KURTARALIM!
Silkelenir ve kendimize gelirsek…
Tüm imkanlarımızı seferber edersek…
Gelecek yılları, gelecek yıkımları, gelecek acıları önlemekte ve en aza indirmekte bir şeyleri başarabiliriz…
Başkaca bir seçeneğimiz ve çıkış yolumuz da…
Kalmadı zaten…