yalovahabercihabergazetegündemgüncelson dakikaenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpak parti
DOLAR
32,3653
EURO
34,7971
ALTIN
2.394,12
BIST
10.270,48
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Yalova
Hafif Yağmurlu
16°C
Yalova
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
21°C
Salı Az Bulutlu
24°C

SAĞLIĞIMIZ ve PROF. KÜÇÜKUSTA (3)

18.04.2022 17:55
0
A+
A-

 

Sağlık konusuna Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta‘nın gözünden bakmayı bu yazımda da sürdürmek istiyorum. Çünkü çoğumuzun sık sık söylediği gibi, ‘her şeyin başı sağlık’. Sağlık yoksa geriye kalan varların ve yokların pek fazla önemi yok. Charles de Gaulle‘ün, ‘siyaset, siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur‘ dediği söylenir. Churchill‘in de, ‘savaş, generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir‘ dediği rivayet edilir. Churchill bir siyasetçi olarak, 2. Dünya Savaşında ordusunu yönetmiş, de Gaulle ise subay olarak başladığı mesleki hayatına siyasetçi olarak devam etmişti. Yani her ikisi de, olgunluk dönemlerinde giydikleri ikinci elbiselerinde, girdikleri yeni alanın uzmanı gibi görünen kişilerin yetersizlikleri üzerine hayrete düşüp bu sözleri söylemişlerdi. Benzer cümle ekonomi alanı için de sıkça söylenir: ‘Ekonomi, ekonomistlere bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur.’

Sadece siyaset, ordu veya ekonomi değil, her hangi bir konuya derinlemesine girdiğimizde, o konuda “uzman” olarak kabul edilenlerin önemli bir kısmının aslında vaziyeti idare ettiklerini ve konuya çok fazla vakıf olmadıklarını görürüz. Sağlık sektörü de buna dahil. Halk arasında yaygın bir söylem var: ‘Kendi kendinin doktoru olmalısın’. Halkın sağ duyusuyla üretilmiş olan bu cümleyi çok önemsiyorum…

*****

Geçtiğimiz yazılarda Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın sağlıkla ilgili çeşitli alanlara dair görüşlerinden alıntılar yapmıştım. Küçükusta sağlık sektöründeki pek çok ‘uzman’ın görüşünden oldukça farklı şeyler anlatıyor ve hemen hemen hiç kimsenin değinmediği konulara giriyor. Bu yazımda da Prof. Küçükusta’dan alıntılara devam etmek istiyorum. Hoca bir yazısında, dünyada hızla düşen sperm sayılarına vurgu yapıyor:

”New York’da Mount Sinai Medical Center’da epidemiyolog olan Shanna Swan, Batılı ülkelerde sperm sayısının 1973’ den 2011’e yüzde 59 azaldığını açıklamıştı. Şubat ayında yayınlanan “Count Down” isimli kitabında daha kötü bir tablo çiziyor. 2045 senesinde tüm erkeklerin yarısının sıfır canlı spermi olacağı ve geri kalanının da sıfıra çok yakın olacağını ileri sürüyor. Swan’a göre bunun başlıca sebebi plastikten elektroniğe, gıda ambalajlarından pestisitlere kozmetik ve kişisel bakım ürünlerine kadar hayatımızdaki binlerce üründe bulunan hormon bozucu kimyasallar! Araştırmalar, erkek çocuklarda genital anomalilerin daha fazla görüldüğünü ve 1982’ den bu yana testosteron seviyelerinin senede yüzde 1 azaldığını gösteriyor. Kadınlarda da durum kötü: Düşük oranı, son yirmi yılda her yıl yüzde 1 arttı ve daha fazla kız erken ergenlik yaşıyor. Kitapta, işlenmiş gıdaları almayarak, fitalat bulunmayan ürünleri tercih ederek ve cam olanlarla plastik gıda saklama kaplarını değiştirerek evlerimizdeki zararlı kimyasalları temizlememiz tavsiye ediliyor.”

İnsanoğlunun sonunun çok uzak olmadığını düşünürüm hep. Ama bunun; ya nükleer savaşlarla, ya devasa çevre kirlilikleriyle, ya da psikolojik yapımızı kendi kendimize tahrip ederek olacağını düşünürdüm. Shanna Swan’ın yazdıklarından anlıyoruz ki, bu risklerden önce çok daha sinsi ve hızlı ilerleyen bir ‘spermlerin sıfırlanması riski‘ var, insan soyunun tükenmesine yol açabilecek. Bunun böyle olmasını dünyanın egemen insanları muhtemelen istiyorlardır. Çünkü onlara göre dünya fazlasıyla kalabalık bir yer. Dünyanın tamamen onlara, yani birkaç bin ya da bilemedin birkaç milyon kişiye kalması, sanıyorum çok hoşlarına gider. Onların bu gidişi istiyor ve körüklüyor olmaları çok doğal ama doğal olmayan şey, bizlerin de farkında olmadan bu gidişi onaylayan hayatlar sürüyor olmamız ve koşa koşa ve de çok istekli bir şekilde bu yolda ilerliyor olmamız. Plastik kullanım miktarımız sürekli artıyor, elektronik cihaz kullanım miktarımız da öyle, kozmetik ürün kullanım miktarımız da. Bu tür ürünleri vaz geçilmez ürünler olarak görüyoruz. Oysa 100 sene önce yani dedelerimizin, nenelerimizin zamanında bunların hiç biri yoktu ve sanıyorum bizlerden çok daha mutlu yaşıyorlardı. Tabii ki yeni şeyler icat edilecek ve yaşam sürekli olarak değişecek ancak atılan yeni adımlarda ilk sorgulanması gereken, bu gelişmelerin fiziki ve ruhsal sağlığımıza etkileri olmalı diye düşünüyorum. Olumsuz etkiler saptanırsa ve başlangıçta değil de daha sonra da fark edilse bile, gerekli tavırların alınması gerekiyor. Dünya devletleri (belki sadece Kuzey Kore hariç) mevcut egemen güçlerle paralel davranmayı çok önemsediklerinden, bu tür temel meselelerde (plastiğin, kimyasalların, elektronik cihazların, kozmetik ürünlerin yaygınlaştırılması gibi konularda) egemen güçlerle ters düşmeye yanaşmazlar düşüncesindeyim. Bu nedenle bu tür konular Sivil Toplum Kuruluşlarının ilgisini gerektiriyor. Egemenler tabii ki STK’ların güçlü bir tavır ortaya koyma ihtimaline karşı da sürekli olarak önlem üretiyorlardır ama düşünmemizi engelleyemezler. Vahim nokta, insanoğlu bu tür problemler hakkında düşünmüyor bile… Bizler daha fazla elektronik cihazlara boğulup, daha fazla plastik ürünler içinde yüzmeyi ve gitgide daha fazla kozmetik ürünler kullanmayı seviyoruz. Bu durum, giderek daha fazla kendimize yabancılaştığımıza ve daha fazla zihinsel şaşkınlık içine girdiğimize işaret ediyor, bence…

*****

Prof. Küçükusta temizlik meselesini de, sağlığımıza ciddi zararlar verecek seviyede abarttığımızı düşünüyor:

”Gebe kadının kullandığı antibakteriyel ürünlerin anne karnındaki bebeğe geçebileceği ve çeşitli gelişim ve üreme sorunlarına yol açabileceği bildirildi. Amerikan Kimya Derneği’nin San Francisco’daki senelik toplantısında sunulan rapora göre, 184 gebe üzerinde gerçekleştirilen araştırmada “triklosan” isimli antibakteriyel kimyasal gebe kadınların tümünün, “triklokarban” ise yüzde 85’ inin idrarında tespit edildi. 33 kadının göbek kordon kan örneklerinin yarısından fazlasında “triklosan”, dörtte birinde ise “triklokarban” bulunduğu da ortaya çıktı. Bu sonuçlar, kimyasalların anne rahminde gelişmekte olan bebeğe de geçtiğini gösteriyor. Triklosan, triklokarban ve parabenler gibi antibakteriyel kimyasalların hem ispatlanmış bir faydaları olmadığını hem de kanser ve alerjilerden astıma, antibiyotiklere dirençli bakterilerin oluşumundan kısırlık ve gelişim bozukluklarına sayısız zararları olduğunu defalarca yazdım. Hijyen hastası kadınlarımızı bir kere daha duyuruyorum: Bırakın şu antibakteriyel ürünleri!

Prof. Küçükusta çamaşır suyu kullanımının koah riskini önemli oranda artırmasına da vurgu yapıyor:

”Temizlik ürünleri sadece kadınları değil hatta onlardan daha çok erkekleri etkiliyor ve ölüm risklerini artırıyor. Kafayı temizliğe fazla takmak doğru değil. Beyaz sabun, sabun tozu ve Arap sabunundan vazgeçmeyin.”

*****

Ahmet Rasim bey dişleri macunla düzenli fırçalamanın çürükleri önlemede sanıldığı gibi etkili olmadığını da anlatıyor:

”British Dental Journal’da yayınlanan çalışmada seçkin sporcuların dişlerini günde en az iki defa fırçalamalarına ve diş ipi kullanmalarına rağmen diş çürüklerinin ve diş eti hastalıklarının onlarda daha çok olduğu ortaya çıktı. Sporcular ağız sağlıklarına önem veriyor, yüzde 94’ü dişlerini günde iki defa fırçalıyor, yüzde 44’ü diş ipi kullanıyor, düzenli olarak diş hekimlerini ziyaret ediyordu. Sporcular ayrıca sigara içmiyor ve sağlıklı bir diyet uyguluyorlardı ama yüzde 87’si düzenli olarak spor içecekleri içiyor, yüzde 59’u enerji barları ve yüzde 70’i de enerji jelleri kullanıyordu. Araştırmanın başı olan J. Gallagher bu durumu sporcuların çok fazla şekerden zengin spor içecekleri, enerji jel ve barları kullanmalarına bağlıyor. ABD’de şeker endüstrinin bilim adamlarına para vererek şeker ve kalp hastalıkları arasındaki ilişkiyi önemsizmiş gibi gösteren, yağı esas suçlu gibi öne çıkaran makaleler yazdırdığını, hükümet tarafından yaptırılan araştırmaları ve bu araştırmalara dayanılarak hazırlanan kılavuzları kendi menfaati için nasıl etkilediğini hatırlatırım. Dişlerdeki erozyonu önledikleri ve hassasiyeti giderdikleri iddiasıyla satılan pahalı diş macunlarının işe yaramadığı, bunun bir pazarlama sloganı olduğu gösterilmiştir. Günde 2 defa ağız gargarası kullananlarda diyabet riski %55 oranında daha yüksektir. Diş macunlarında, bazıları kanserojen etkisi de olan birçok kimyasal bulunabileceğini de unutmayalım. Dişlerimizi, diş etlerini ve dil yüzeyini sabah akşam yemekten sonra macun kullanmadan fırçalayalım, diş ipi ile diş aralıklarını temizleyelim, ağzımızı tuz-karbonat karışımı su ile güzelce çalkalayalım.”

Sağlık konusunu çok önemsiyorum ve Prof. Küçükusta’nın ezber bozan sözlerine kulak verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu vesileyle de herkese sağlıklı bir yaşam diliyorum…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.