yalovahabercihabergazetegündemgüncelson dakikaenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpak parti
DOLAR
34,4816
EURO
36,1833
ALTIN
2.960,39
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Yalova
Parçalı Bulutlu
20°C
Yalova
20°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
9°C
Pazartesi Açık
10°C

ERBAY’DAN ATATÜRK KONULU KONFERANS

ERBAY’DAN ATATÜRK KONULU KONFERANS
10.11.2022 17:41
0
A+
A-

 

  • Haber / Esin Kaya

İstinye Üniversitesi’nde 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü düzenlendi. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından açılış konuşmasını İSÜ Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş gerçekleştirdi. Daha sonra, Yalova eski Valisi, üniversitenin öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yusuf Erbay, ‘Modernleşme ve Atatürk’ konulu bir konferans verdi. Üniversitenin Topkapı Kampüsü’ndeki Kongre Merkezi’nde gerçekleşen konferansı, üniversitenin öğretim üyeleri ile çok sayıda öğrenci takip etti.

  • İşte Prof. Dr. Yusuf Erbay’ın konuşmasının tam metni…

Değerli Rektörüm,

(Mütevelli heyetinin değerli Başkanı ve üyeleri) Değerli katılımcılar, hanımefendiler, beyefendiler,

Değerli Öğrencilerimiz.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa intikal edişinin 84. Yılında, O’nu anmak üzere bir aradayız.

O’nu ve önderliğini yaptığı kurtuluş mücadelesinde şehit olanları, saygı ile anıyoruz.

O’nu ve önderliğini yaptığı medeniyet mücadelesindeki yol arkadaşlarını, saygı ile anıyoruz.

Değerli Katılımcılar,

Geleceğimize ışık tutan tarih biliminin, kendine özgü ilkeleri ve yöntemleri vardır. İnceleme konusu olan dönemin şartlarının “her yönüyle dikkate alınması gereği” bunlardan biridir. Tarihçilerin “senkranizasyon” terimiyle karşıladığı bu yöntemin dilimizdeki karşılığı, bilindiği üzere “eşzamanlamadır”.

Olayların, belli bir zaman diliminin özellikleri dikkate alınarak yapılan eşzamanlı değerlendirmelerinin ardından, zaman içinde nasıl gelişerek günümüze geldikleri, tarihsel diyalektiğin işleyişi ile anlamlandırılır.

İncelenen dönemde ve günümüze yürüyen zaman içinde, meydana gelen gelişmelerin diğer toplumlardaki gelişmelerle de karşılaştırılması, tarihe dayalı bilimsel değerlendirmelerin tamamlayıcısıdır.

Bizim Atatürk ve modernleşme konusunda söyleyeceklerimiz, sözü geçen bilimsel yöntemlere uygun olarak biçimlendirilmeye çalışılacaktır. Olayların gerçekleştiği çağın şartlarını, ülkedeki ve dünyadaki tarihsel gelişmeleri dikkate almaksızın; dünden bugüne, bugünden düne uzanan zaman bilincinden yoksun ve bilimsel bakışın yerine, ideolojik ön yargıların konduğu “anakronik” değerlendirmeler konumuz dışındadır.

Değerli Katılımcılar,

Batı tarihinde Aydınlanma dönemiyle birlikte felsefi, sosyal ve kültürel alanlarda köklü değişimler meydana gelmiş ve yeni bir toplumsal yapı şekillenme başlamıştır. Aydınlanmanın başat özelliği, insan merkezli bir “varlık ve bilgi” anlayışına dayanmasıdır. Aydınlanma, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideallerinin hayata geçirilmesi, akılcılığın ve bilimin öne çıkarılmasıdır.

Aydınlanmanın bir ürünü olan modernleşme olgusu, toplumun yaşayış tarzından, sanat, edebiyat, hukuk, siyaset ve ekonomiye kadar, hemen her alanda belirleyici olmuş ve tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Modernleşme sürecinin amacı olan “modernlik”, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, Batı Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan, Kuzey Amerika’da gelişen ve daha sonra diğer ülkeleri etkileyen toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini ifade etmektedir.

Modernleşme, gelişerek değişmeyi hedefler. Toplumun yönünü geleceğe çevirmek olarak algılanan, modernleşme anlayışını eyleme geçiren unsur, ”gelecekteki dünyanın daha iyi olacağı” beklentisidir.

Değerli Katılımcılar,

Üzerinde oldukça geniş bir literatür olan modernleşme kavramı farklı bakış açılarından, farklı biçimlerde tanımlanmaktadır.

Bir tanımlamaya göre modernleşme, içinde bulunduğu döneme ve coğrafi duruma bağlı olmaksızın, bir toplumun, geri kalmışlıktan uygarlığa doğru yol alması olgusudur. Başka bir deyişle, geri kalmış ülkelerin, ilerlemiş ülkelerin sahip oldukları ekonomik ve diğer yapısal özelliklere ulaşmak amacıyla, geçirdikleri çağdaş dönüşümlerdir. Diğer bir tanımlamaya göre modernleşme, toplumun tüm alanlarını kapsayacak şekilde, sosyal kurumların ve yaşam tarzının değişmesidir. Bu köklü değişim, toplumun yeniden örgütlenmesi ve yeni ilişkilerin oluşması aşamalarını içinde barındırmaktadır. Bu yönüyle modernleşme, eski ve geleneksel toplumların, modern bir topluma ulaşmalarını sağlayan sürece verilen isimdir.

Her toplumda az ya da çok bir değişimin var olduğunu (organik), modernleşmenin ise bu değişimi hızlandırdığını düşünenlere göre, “modernleşme olgusu, kaba bir deyişle, var olan değişmenin hızlandırılmasıdır” (inorganik). Değişim karşıtı olanların, modernleşmeyi tamamen taklit olarak görmeleri ya da göstermeleri, her toplumda kendiliğinden var olan ve hızlanmasına ihtiyaç duyulan, yenileşme gerçeğinin, görmezden gelinmesi çabasından başka bir şey değildir.

Değerli katılımcılar,

Modernleşme üzerinde yapılan incelemelerde, modernleşme tanımlarının yanı sıra, kaçınılmaz olarak iç içe geçmiş olsalar da, modernleşmenin bazı farklı türlerinin ve boyutlarının olduğu ileri sürülmektedir.

Genellikle modernleşmenin siyasal, ekonomik, kültürel ve toplumsal yönleri öne çıkarılarak yapılan bu gruplandırmaların kavramı açıklama çabalarına katkısı olabilir.

Siyasal modernleşme, temsili ve katılımcı süreçleri destekleyip güçlendiren anahtar kurumların, örneğin, parlamentoların, siyasi partilerin, sivil toplumun gelişimini içermektedir.

Ekonomik modernleşme, işbölümü ve uzmanlaşmadaki artışı; yeni yönetim tekniklerinin kullanılmasını; ileri teknoloji ve yeni ticaret imkanlarının belirlediği ekonomik değişimleri kapsamaktadır.

Kültürel modernleşme, genellikle laikleşme (ya da sekülerleşme) ve ulusçu ideolojilere bağlılığın üretildiği bir alan olarak şekillenmektedir.

Toplumsal modernleşme ise, başta okur yazarlık oranı olmak üzere, eğitim düzeyinin yükselmesi; kentleşmenin artması ve “geleneksel otoriter anlayışın” giderek zayıflaması gibi unsurlardan oluşmaktadır.

Değerli katılımcılar,

Batı toplumlarında ortaya çıkan ve gelişen yeni yaşam biçimine, yani “modern medeniyete erişme çabaları”, Türkiye’nin son iki yüzyılına damgasını vurmuştur. Öncelikle ‘‘devletin yıkılma tehlikesine karşı’’ Osmanlı’da başlayan modernleşmeye yönelik reform hareketleri, Cumhuriyet döneminde artarak ve nitelik değiştirerek sürmüştür.

Cumhuriyet’in kendisi, hem bu reform çabalarının yarattığı birikimlerden etkilenmiş, hem de bu çabaları yeni ve geri dönülmez bir yola yönlendirmiştir.

Bu anlamıyla, Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan, bağımsızlık savaşını kazanan yeni bir devlet ve rejim olarak, geçmişten açık bir kopuşu gerçekleştirmiş; diğer yandan, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki modernleşme çabalarının mirasını kabullenmiş ve reformları devrimlere dönüştürerek devam ettirmiştir.

Değerli katılımcılar,

Toplumsal ve tarihi birikimi yadsımayan, bu birikimden yararlanan; ancak, rejimi kökünden değiştiren ve yeni bir devlet kuran; alınması tarih önünde gecikmiş olan yaşamsal kararları alarak, yolunu kesin hatlarla çizen Türkiye Cumhuriyeti; kendine özgü bir süreci devam ettiren Türk Modernleşmesinin kavşak noktasıdır.

Türkiye’nin modernleşme sürecinde en önemli dönüşüm aşaması Cumhuriyetin kurulması ve ardından gerçekleştirilen devrimlerdir. Halil İnalcık’a göre “Modernleşmede Atatürk inkılâbı, topyekûn bir ihtilâldir. O, ‘ulaşılması gereken prestij kültür olarak’ Batıyı, hayat felsefesiyle, onun bütün sembolleriyle ve değer hükümleriyle benimsiyordu”.

Türk tarihinin en büyük sıçramalarından biri olan Cumhuriyet döneminde, geri kalmışlıktan ve ezilmişlikten kurtulma ve dünya sistemine eşit bir toplum olarak katılma arzusuyla, modern bir ulusal kimlik oluşturulması hedeflenmiştir.

Dünyadaki diğer toplumlarla eşit bir konumda olmanın koşulunun tam bağımsızlık (istiklâl-i tam) olduğuna; bunu gerçekleştirmenin yolunun da ulusal egemenlikten, milletin kayıtsız şartsız hakimiyetinden (hâkimiyet-i milliyeden) geçtiğine inanılmıştır. Uluslararası alanda bağımsızlık ve eşitlik; ulusal alanda millet egemenliği, Cumhuriyetin vazgeçilmez unsurları olmuştur.

Modern dünyayı yaratan medeniyetin, insanlığın ortak birikimi üzerinde yükseldiğine inanan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet dönemiyle birlikte, dünyayla bütünleşme süreci, güçlü ve kalıcı olarak kabul görmüştür. Atatürk’ün, aslında bir modernleşme tanımlaması olan, “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta onları geçmek” hedefi, Cumhuriyet ile ortaya çıkan yeni Türk Devleti’nin, nasıl örgütleneceğini ve kurumsallaşacağını göstermektedir.

Değerli Katılımcılar,

Cumhuriyeti kuran kadrolar, hafızalarında taşıdıkları tarihi birikimi, kararlılıkla bir medeniyet savaşına dönüştürmüşler ve örneğine pek rastlanmayan, radikal uygulamaları hayata geçirmişlerdir.

Türk Kurtuluş Savaşı, yirminci yüzyılı planlayan emperyalistlerin hiç hesaba katmadıkları ya da katamadıkları; deyim yerindeyse “atipik”, yani eskilerin deyimiyle “nevi şahsına münhasır” bir tarihi gelişmedir. Bitti denilen yerde, Büyük Önderin liderliğinde yepyeni bir başlangıcı yeşerten Türk Ulusu; savaşın hemen ardından, yine O’nun önderliğinde, benzerine rastlanmayan bir medeniyet mücadelesine girişmiştir. Atatürk’ün hedefi sadece vatanın yabancı işgal güçlerinden kurtarılması değildi. Hedeflerinden en önemlisi, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine taşımaktı. Cumhuriyetin yönetim modelini, evrensel demokrasi modeline taşımaktı. Bu bağlamda, Atatürk diyor ki, “milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla, yani Cumhuriyetle, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu, eserleriyle ispat edecektir. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Atatürk, gerçekleştirdiği devrimlerin amacını; “Türk ulusunun son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak, yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye’yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır” şeklinde dile getirmiştir. Böylece çağdaş toplum ve çağdaş Türkiye’ye ulaşmak her zaman ve her koşulda Türk ulusunun birincil hedefi olmuştur.

Değerli katılımcılar,

En doğru, en gerçek yolun medeniyet yolu olduğuna inanan Atatürk, 15 yıl gibi kısa bir sürede, ülkenin dört bir yanına eğitim seferberliği ile ulaşarak, çağdaş bir toplum düzenini oluşturmuştur. Çok ağır savaşlardan, yokluktan ve yoksunluktan çıkan bir ülkede yaşanan bu değişim ve gelişimler bütün dünyaya örnek olmuştur. 20. Yüzyılda bağımsızlıklarını savaşarak kazanan bütün mazlum milletlerin izlediği yolu çizmiş; onların barış dönemindeki mücadelelerine ışık tutmuştur. Çünkü büyük bir kurtarıcı olan Atatürk, aynı zamanda bir aydınlanma ve çağdaşlaşma savaşçısıydı. Bir ülkeyi aydınlatmanın, yönetmekten zor olduğunu biliyordu. Siyasi devrim yanında, düşünce devrimine, toplumsal devrime, kültür devrimine de liderlik yaptı.

Değerli katılımcılar,

Atatürk, yeni kurulan devlette, iç barışı, birliği ve meşruiyeti sağlamanın tek yolunun “eşit yurttaşlık” anlayışını hayata geçirmek olduğuna inanıyordu. Devlete vatandaşlık bağıyla bağlanmış herkes, başka hiçbir alt kimliğine bakılmaksızın, kanun karşısında eşit sayılmış ve demokratik bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin kurucularının yurttaşlık temelli politikaları, iki yüz yıllık toplumsal çalkantıların ortaya koyduğu kaygılar ve yıkımlardan alınan derslerin sonucudur. Başka bir çözüm yolu olmadığını gören, ileri görüşlü kadroların uyguladığı bu politika, hala geçerliliğini koruyan tek çözümdür.

Dinsel, mezhepsel ve etnik nitelikleri ön plana çıkaran görüşler, çok uzun süren yıkıcı savaşlardan sonra, modern dünya tarafından neredeyse üç yüz yıl önce terk edilmiştir. Yeni ve özenilesi bir şeymiş gibi pazarlanmaya çalışılan bu tip yaklaşımların bizi sürükleyeceği yer, dinci, mezhepçi ve ırkçı çatışmalardan başka bir yer olmayacaktır. Belgesiz ve bilgisiz şekilde, uydurma bir tarih yaratmaya çalışan, televizyonlardaki kadrolu müdavimlerin sistemli saldırılarının, tarihin kan ve gözyaşıyla yazılan gerçeklerini ve belgelerini yok edemeyeceği de açıktır.

Cumhuriyetin siyasal modernleşmesinin temel taşlarından biri olarak hayata geçirilen “kanun karşısında eşit yurttaşlık” anlayışı, bir adım daha ileri taşınmış, cumhuriyetin tam bir demokrasiye dönüşümünü sağlayacak, “özgür birey” yaratma amacına odaklanılmıştır.

Değerli katılımcılar,

Cumhuriyet yurttaşlık bilincine dayanır. Yurttaşın olmadığı yerde demokrasi olmaz. Yurttaş-devlet hukukunun oluşmadığı yerde, devreye “mürşit/mürit”, “ağa/maraba” gibi feodal ilişkiler girer. Bu tür ilişkilerin toplumsal yaşamdan çıkarılmasının ve özgür birey olmanın sigortası olan laiklik ilkesi, Cumhuriyetin başlattığı modern bir ülke oluşturma çabalarının “olmazsa olmazıdır”. Bu ilkeye göre; devletin, toplumun ve bireylerin bağlı olacağı hukuk kuralları, bir ya da birkaç dinin kural ve esaslarına bağlı kalınarak düzenlenemez. Sosyal düzen kurallarından olan hukuk kuralları; din ya da ahlak kurallarından etkilense de, her bir insanın hangi din veya ahlak anlayışına bağlı olduğu gözetilmeksizin, tüm insanları kapsayacak şekilde düzenlenir.

Laik bir ülke olabilmek için atılan ilk adımlar, Üç Devrim Yasası olarak da nitelendirilen, ‘hilafetin kaldırılması’, ‘Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması’ ve ‘Tevhid-i Tedrisat’ yasalarıdır. Bu yasalar, artık ülkede dinsel kuralların değil, doğrudan doğruya laik kuralların hakim olacağını işaret etmekteydi. 1937 yılında, 1924 anayasasına eklenen bir hükümle, laiklik anayasal tanımına kavuşmuştur.

Değerli katılımcılar,

Atatürk, çağdaş bir demokrasi için özgür yurttaşlar yetiştirme çabalarını her alanda devam ettirirken, özellikle iki hususu ön plana çıkarmıştır: toprak reformu ve eğitim.

“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmenin yolunun, insanların ekonomik ve zihinsel özgürlüğünden geçtiğini bilen Atatürk, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, yaptığı her meclis açılış konuşmasında, feodal toplumdan modern topluma geçişin anahtarı olarak gördüğü eğitim ve toprak reformu üzerinde durmuş ve bu alanlarda yapılan çalışmaları dikkatle takip etmiştir. O dönemde, köylü toplum özellikleri ağır basan genç Cumhuriyette, köylünün toprak sahibi yapılması, ekonomik özgürlük anlamına geliyordu. Eğitim ise, zihinlerin özgürleştirilmesinin temel şartıydı. Ekonomik ve zihinsel özgürlüğüne kavuşamayan insanların, modern- demokratik bir topluma dönüşmesi mümkün görülmüyordu.

Değerli katılımcılar,

Endişeyle belirtmek gerekir ki, demokratik toplum yapısının temel taşı olan “ekonomik anlamda bağımsız ve bilinçli yurttaş” olabilmenin, iki temel unsurundan biri olan topraklandırmayla ilgili çözüm, Atatürk sonrasında, ne yazık ki toprak ağalarının siyasal ortaklığıyla engellenmiştir. Diğer yandan, eğitim alanında elde edilen önemli kazanımların devam ettirilemediğini, tutarsızlık ve ciddiyetsizlikler sonucu alternatif eğitim kanallarının devreye girdiğini görüyoruz. Devletin eğitim politikalarından uzak, nerdeyse merdiven altı denebilecek eğitim kanalları oluşturulmuş ve buna siyasal beklentilerle göz yumulmuştur.

Kanun önünde eşitliğin, herkesin öncelikle insan, birey ve yurttaş olarak görülmesiyle mümkün olabileceği gerçeği unutturulmaya çalışılmıştır. Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı, ekonomik ve zihinsel anlamda özgür bireyler olmaksızın gerçek bir demokrasiye ulaşılamayacağı gerçeği göz ardı edilmiştir. Cumhuriyetin çizdiği yoldan, özellikle eğitim çizgisinden sapmanın sonuçlarını hep beraber ve acı tecrübelerle 15 Temmuz’da gördük.

Değerli katılımcılar,

Atatürk’ün önderliğinde başlayan büyük toplumsal dönüşümün temel eksenlerinden biri ‘kadın erkek eşitliği’ dir. O’nun gözünde Cumhuriyetin ve modernleşmenin en belirgin anlamı, kadınların ve tüm yurttaşların her alanda eşit olmasıdır.

Atatürk, Türk kadınına her zaman güvenmiş ve kadının toplumdaki rolünü önemsemiştir. “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyerek kadını yüceltmiştir. Türk kadını, Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadeleyle bu güvene layık olduğunu göstermiştir.

Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında kadınlara sosyal ve siyasi haklar tanınmıştır. 1926 yılında Medeni Kanunu’nun kabulüyle kadın, eşit yurttaş sayılmıştır. 1930 yılında yapılan mahalli idareler seçimlerinde verilen seçme ve seçilme hakkının ardından, 1934 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kadınlara Avrupa’daki pek çok ülkeden önce seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

Cumhuriyet’in temel ilkeleri arasında yer alan laiklik ve eşitlik ilkelerinin, kadın hakları yönünden özel ve yaşamsal önem taşıdığının altını çizmek gerekir. Cumhuriyet, Türk kadınına, toplumsal hayatta, eğitimde, çalışma hayatında, siyasette, kısaca her alanda eşitliği öngörerek kazanımlar getirmiştir. Başta kadınlarımız olmak üzere, toplumun her kesiminin, eşit yaşam ilkelerine sıkı sıkıya sahip çıkması, cumhuriyetin sağladığı çağdaşlıktan, çağdaş medeniyetten kopmamanın ilk koşuludur.

Değerli Katılımcılar,

Cumhuriyetin pek çok faziletinden söz edilebilir. Ancak üzerinde yeteri kadar durulmayan iki tanesi, barış içinde yaşamanın huzurunu ve nimetlerini unutmaya başlayan yeni nesillere sıkça hatırlatılmalıdır.

Cumhuriyet, dünyada tarihin en kanlı savaşlarının yaşandığı yüz yıllık dönem içinde bu savaşlara girmemiştir. İkinci Dünya Savaşında Avrupa yıkılırken, ardından gelen yıllarda özellikle çevremizde Orta-Doğu ve Kafkaslar kaynarken, yurttaşlarını barış içinde yaşatmayı başarmıştır. Savaşın yıkıcılığını yaşayarak öğrenmiş olan kurucu önderlere ve onların samimi takipçilerine göre, vatan savunması dışında girilen savaş cinayettir. Büyük ve kanlı deneyimlerin sonunda, barış adına formüle edilmiş “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” özdeyişini göz ardı etmeyi marifet sayan, savaş kışkırtıcılarının sahne almaya başladığını biliyoruz. İleri sürmeye uğraştıkları, asla olmamış, olamamış, hayali varsayım ve kurgulara dayanan dış politika öncelik ve uygulamaları, geçmişte olduğu gibi bugün de, hayatın ve uluslar arası politikanın gerçekleri karşısında anlamsız kalmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, Osmanlı geçmişiyle övünmek başka bir şey, Osmanlıyı günümüze taşımaya çalışmak ise başka bir şey ve boşuna bir gayrettir. Aklı başında değerlendirmeler yapan herkesin üzerinde anlaştığı husus, vatan savunması için kaçınılmaz olmadığı sürece, Türkiye’nin, her türlü uluslararası çatışmadan ve özellikle son yetmiş yılını kan ve gözyaşı içinde geçiren Orta-Doğu’nun bitmek bilmeyen karmaşasından uzak durması gerekliliğidir.

Değerli katılımcılar,

Bölgesel olarak nitelendirilebilecek bazı çatışmalar dışında, kesintisiz bir uluslar arası barışla birlikte, Cumhuriyetin yurttaşlarına sunduğu diğer önemli fırsat, sosyal ve bölgesel anlamda hareketliliği sağlamasıdır. Bütün aksaklıklarına karşın, herkesin bir şekilde ulaşabildiği eğitim imkanları ve insanlara eğitim yoluyla sunulan, “katmanlar arasında sosyal yükselme imkânı sayesinde” müthiş bir toplumsal hareketlilik sağlanmıştır.

Herkese açık olan ve büyük oranda kişisel yetenek ve gayretle geçilebilen kanallar sayesinde, toplumun her kesiminden insanlar, yükselme, makam sahibi olma ve zenginleşme imkanına kavuşmuşlardır. Üstelik diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanda da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması toplumun gücünü iki katına çıkarmış ve demokrasiyi kuvvetlendirmiştir.

Cumhuriyetin insana ve kişisel haklara verdiği önemin göstergesi olan bu politikalar sonucudur ki, kadın-erkek, yöre ve inanç farkı olmaksızın, herkese, toplum içinde yeteneklerini kullanma fırsatı doğmuştur. Hayata çobanlıkla başlayan köylü çocuklarının Cumhurbaşkanı, işçi çocuklarının Milletvekili; kadınların Bakan ve Başbakan; kökenine bakılmaksızın her yöreden insanın Genel Kurmay Başkanı; ve girişim özgürlüğü sayesinde, yetenekli ve şanslıların zengin olabilmesi, her sistemin kolayca ulaşabileceği bir netice değildir.

Bölücü odakların bütün gayretlerine rağmen, toplumsal tabanda istedikleri düşmanlık tohumlarını atamamalarının sebebi, Cumhuriyetin sağladığı eğitim fırsatları, engellemediği bölgelerarası hareketlilik ve bu hareketliliğin doğurduğu kaynaşmadır.

İnsanların barış içinde yaşama, kendilerini gerçekleştirme ve geliştirme haklarına sahip olduklarına ilişkin inançları devam ettiği sürece, Cumhuriyete karşı her yönden yapılan saldırıların hiçbir şansı olmadığını yaşayarak göreceğiz. Beklentileri, akşam evine ekmeğini götürebilme, çocuklarının geleceğinden umutlu olabilme ve inançlarını özgürce yaşama arzuları etrafında oluşan “makul çoğunluğun” genel arzusu; Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, ülkemizin bir bütün olarak, barış ve refah içinde yoluna devam edebilmesidir.

Değerli katılımcılar,

Değinilmesi gereken bir diğer husus ekonomik kalkınma hamleleri ve buna bağlı yaygınlaştırılan toplumsal modernleşme gayretleridir. Cumhuriyet kurulurken var olan ekonomik koşullar nedeniyle geliştirilen karma ekonomi modelinin ürünü olan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların üretim işlevini yerine getiren fabrikalar, ekonomik gelişmeyle birlikte, sosyal gelişmenin de önemli araçlarından biri olmuştur. Ekonomik refahı gerçekleştirmenin yanı sıra, modern bir toplum yapısını yurt geneline yaymak üzere şekillendirilen bu kuruluşların oynadığı önemli rol, özelleştirme hareketlerinin savunucuları tarafından görmezden gelinmiştir.

Değerli katılımcılar,

Türk tarihindeki yenileşme çizgisinin, yenilikçi kanadın son ve en büyük temsilcisi olan Atatürk, bütün eylemlerinde bilim ve bilime dayalı düşünme tarzını benimsemiş ve yaptığı devrimlerle bunu topluma mal etmeyi hedeflemiştir.

Atatürk diyor ki, “Hayat yürür, yürüyen hayat yeni ihtiyaçlar yaratır. Dünyadaki gelişmelere bu çerçevede ve bilimsel bir yaklaşımla eğilmek gerekir. Biz bugün bu yasal düzenlemeleri yapıyoruz, ama yarın daha iyi düzenlemeleri kaleme alacaksınız. Yürüyen hayatın ihtiyaçlarına göre yeni düzenlemeler gerekir”. O’nun bu sözlerinden çıkan sonuca göre, Atatürkçülük aslında değişime ayak uydurmaktır, içinde bulunulan çağı yakalamaktır, yani çağdaşlıktır. Başka bir deyişle, Atatürkçülük aslında, değişen hayatı bilimsel yöntemlerle sorgulamak ve günün şartları doğrultusunda toplumu yeniden şekillendirmektir.

O, içinde bulundukları çağı yakalayamayan toplumların sonunun hüsran olduğunu en iyi bilenlerdendi.

Değerli katılımcılar, hanımefendiler, beyefendiler,

Hakkında ciltlerle kitap yazılmış ve yazılacak olan bir dönemi ve bu dönemdeki modernleşme girişimlerini, bazı gelişmeleri ön plana çıkararak kısaca özetlemeye çalıştım. Şüphesiz bu dönem ve dönemin Önderi hakkında daha söylenecek çok şey var.

Sözlerimi Atatürk’ün çağları aşan öngörüsünün en çarpıcı örneklerinden biriyle tamamlamak istiyorum. Sözlerimi, O’nun, yaşadığı çağdan çok, bizim yaşadığımız zamanların evrensel sorunu olarak büyüyen ve belirginleşen çevre konusunda gösterdiği bir “sembol eylemden” söz ederek tamamlamak istiyorum. Atatürk, Yalova’yı ziyaretleri sırasında altında oturup dinlenmeyi sevdiği deniz kıyısındaki bir çınarın yanına küçük bir köşk yaptırmak ister. Bizzat refakat ettiği yapım esnasında köşkün çatısının inşaatını engelleyen çınarın bir dalını kesmeye kalkarlar. Buna şiddetle karşı çıkan Atatürk, çınarın dalını kesmek yerine, köşkün yürütülmesini ister. İstanbul’dan getirilen raylar ve gerekli malzemeyle, yine O’nun gözetiminde harika bir mühendislik uygulaması yapılır. Köşk, temellerine döşenen raylar sayesinde 4.80 santim kaydırılır. Çınarın dalına dokunulmaz.

Değerli çalışma arkadaşlarım, değerli öğrenciler,

Hafta sonu yaptığım yürüyüşlerde, önünden her geçişimde Yürüyen Köşke bakarım ve ne kadar benzersiz bir liderimiz olduğuna yeniden şahitlik ederim.

Benzeri olmayan bir savaşın muzaffer komutanı, benzeri olmayan bir çağdaşlaşma mücadelesinin yorulmaz lideri Mustafa Kemal diyor ki, “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır…”

O’nu sonsuzluğa yolladık. Ancak, O’nun gençleri, O’nun çocukları, O’nun en büyük eseri olan Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacaklar.

Karşılarına çıkan güçlükleri aşarken onun mirasına, akla ve bilime sahip çıkacaklar.

Rahat uyu Gazi Mustafa Kemal, gözün arkada kalmasın.

Rahat uyu aziz Atatürk, ruhun şad olsun.

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.