Bundan 13 gün önce Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99. yılını kutladık; bugün Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 84. yıldönümündeyiz.
13 gün arayla iki önemli-anlamlı gün; birinde büyük bir gurur, diğerinde büyük bir hüzün…
Birinde milletçe Cumhuriyetimizi kurduk, diğerinde kurucumuzu kaybettik…
Bundan 84 yıl önce Cumhuriyetimizin kurucusunu kaybetmiş olabiliriz, ancak aradan 84 koca yılın geçtiği bu günde, bu kutsal vatan topraklarının kuruluş ayarlarına dönmemizin zamanı gelmiştir diye düşünüyorum…
……………………
Misakı Milli; bu kadim milletin kırmızı çizgisidir…
Ata’mız, ‘bir gün mutlaka bizim olacak’ diye işaret etmişti…
Yani; yeni nesle, Türk gencine bir nevi ‘vasiyet’ etmişti…
Misakı Milli sınırları içerisinde; Batı Trakya vardı, 12 adalar vardı, Halep-Musul vardı, Kıbrıs vardı, Batum vardı…
Daha önceki yazılarımda vurgulamıştım; hani bazı çokbilmişler diyor ya, ‘sınırlarımıza geldiler’ diye. Sınırlarımıza gelmediklerini, sınırlarımıza girdiklerini söylemiş, ‘eğer sınırlarımız, gerçek sınırlarımız Misakı Milli ile çizilmiş, Atatürk’ün vasiyet ettiği toprakları da kapsıyor ise, ABD, önüne kattığı kuklası Yunan ile sınırlarımızın içinde’ demiştim…
……………………..
Sadece silah, teçhizat ve asker yığmakla değil; sivil yollardan, insancıl görünümlerle de işgal başlar…
Nasıl mı?
Çok uzağa gitmeyin; yaşadığımız şehrin demografik yapısına bir bakın? Son birkaç yıl içindeki değişimi görün ve yolda gördüğünüz kaç kişi Türkçe konuşuyor diye bir düşünün; ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız…
Ege ve Akdeniz’de oluşan gettolar, deniz şeridindeki şehir ve kasabaların belli bölümlerinin Rus, İngiliz, Alman, İskandinav bölgeleri haline gelmesi..
Belli şehirlerin, ‘savaştan kaçıyorlar, insanlık öldü mü?’ kandırmacasıyla Arap bölgeleri haline dönüşmesi…
‘Ne yani yatırım da mı gelmesin?’ kandırmacasıyla, Arapların yeni güzergah olarak Doğu Karadeniz’i mesken tutması…
Tüm bunlar da aynı stratejiye hizmet eden farklı argümanlar olarak karşımızda…
Milli paramızı yok ettiler, şimdi kendi finansal güçleriyle topraklarımıza hücum ediyorlar…
Ha; ‘Bunu göremeyecek kadar izansız, önlem alamayacak kadar basiretsiz olabilir miyiz?’ diye soran olursa da…
‘Evet; bugün için maalesef öyleyiz’ diyebilirim…
………………………..
Ve son bir şey daha…
Kim bilir…
Belki de yarınlarda hem bu şehrin yaşayanları hem de devlet olarak sorgulamamız gereken başka bir hassas konu daha var…
Hani dedik ya; “ABD önüne Yunan kuklasını katmış, Dedeağaç’ta (Batı Trakya) üslerini kuruyor, yığınak yapıyor; bırakın on iki adaları, Ege’de yerleşim birimlerimizin dibindeki kayalıklara kadar gelmişler, silah yığıyorlar; Suriye’de terör örgütlerine silah, malzeme, eğitim veriyorlar” diye…
Aynı ABD’nin şirketi Yalova’da bir Türk şirketi ile birlikte ‘İHA’lara, SİHA’lara stratejik ham madde ürettiği’ gerekçesiyle sınırsız bir destek görüyor…
Yani şöyle mi anlamalıyız?
Kritik an geldiğinde…
O gün geldiğinde…
Amerikalı ile ürettiğimiz ham maddeyi, Türkiye’mize tehdit olan Amerika’ya karşı kullanabilmemizde bir sıkıntı olmayacak; öyle mi?
Bir başka ifade ile…
Ülkemizin ali menfaatleri doğrultusunda stratejik karbon elyaf hammaddesini birlikte ürettiğimiz ABD başka ABD…
Dedeağaç ve on iki adalarda silah yığan, Suriye’de teröristle kol kola koridor açmaya çalışan ABD başka ABD…
Bu mudur yani?
İnanmamız gereken ve inanmamız istenen tam olarak bu mudur?