Hepimiz insan ömrünün sürekli olarak uzadığına inandırıldık. Bize dendi ki, ‘insan eski çağlarda ortalama 25 yaş civarında ölüyordu, bu sayı özellikle sağlık sektörünün gelişmesiyle sürekli arttı ve günümüzde 75 yaş seviyelerine ulaştı’.
Araştırmalar bu bize anlatılanın doğru olmadığını gösteriyor. Araştırmalara göre İnsan ömrü, binlerce hatta on binlerce yıl önce yaklaşık bugünkü seviyedeydi…
*****
BBC‘nin internet sayfasında yer alan, ‘Gerçekten atalarımızdan daha uzun mu yaşıyoruz?’ başlıklı yazı, pek çok kanıt ortaya koyarak bunun böyle olmadığını, yani atalarımızdan daha uzun yaşıyor olduğumuz iddiasının sadece bir şehir efsanesi olduğunu bize anlatıyor.
“Yaşam beklentisi ile yaşam süresi arasında temel bir ayrım vardır,” diyor Stanford Üniversitesi tarihçisi ve antik Roma demografisi konusunda önde gelen bir bilim insanı olan Walter Scheidel. “İnsanların yaşam süresi, istatistiksel bir yapı olan yaşam beklentisinin aksine pek değişmedi.”
Yaşam beklentisi ortalamadır. İki çocuğunuz varsa ve biri ilk doğum gününden önce ölürse ancak diğeri 70 yaşına kadar yaşarsa, ortalama yaşam beklentileri 35’tir.
MÖ 7. yüzyılın başlarında, Yunan şair Hesiod, bir erkeğin “30 yaşından çok da küçük değil, çok da büyük değilken” evlenmesi gerektiğini yazmıştı. Bu arada, antik Roma’nın ‘cursus honorum’u -hırslı bir genç adamın üstleneceği siyasi görevler dizisi- genç bir adamın 30 yaşına gelene kadar ilk görevi olan quaestorluk için aday olmasına bile izin vermiyordu (İmparator Augustus döneminde, bu yaş daha sonra 25’e düşürüldü; Augustus’un kendisi 75 yaşında öldü). Konsül olmak için 43 yaşında olmanız gerekiyordu (ABD’de başkanlık yapmak için belirlenen asgari yaş sınırı olan 35’ten sekiz yaş büyük).
- yüzyılda Plinius, Doğa Tarihi’nin bir bölümünü en uzun yaşayan insanlara ayırdı . Bunların arasında konsül M Valerius Corvinos’u (100 yıl), Cicero’nun karısı Terentia’yı (103), Clodia adında bir kadını (115 – ve bu arada 15 çocuğu oldu) ve 100 yaşında sahnede performans sergileyen aktris Lucceia’yı sıralıyor.
Sonra mezar taşı yazıtları ve mezar epigramları var, örneğin MÖ 3. yüzyılda İskenderiye’de ölen bir kadın için yazılmış olan bu yazı gibi: “80 yaşındaydı ama tiz mekikle narin bir atkı dokuyabiliyordu“, yazısı epigramda hayranlıkla okunuyor.
1994’te yapılan bir çalışmada Oxford Klasik Sözlüğü’ne giren ve antik Yunan veya Roma’da yaşamış her adam incelendi. Ölüm yaşları, Chambers Biyografik Sözlüğü’nde listelenen adamlarla karşılaştırıldı.
Toplamda 397 antik insandan 99’u cinayet, intihar veya savaşta vahşice öldü. Geriye kalan 298 kişiden MÖ 100’den önce doğanlar ortalama 72 yaşına kadar yaşadı. MÖ 100’den sonra doğanlar ortalama 66 yaşına kadar yaşadı (kurşun tesisatının yaygınlığının bu belirgin yaşam kısalmasına yol açmış olabileceği tahmin ediliyor).
“Birinin 105 veya 110 yaşına kadar yaşayıp yaşamadığını söylemek için bazı kayıtlara sahip olduğunuz bir dünyada yaşamanız gerekir ve bu da oldukça yakın bir zamanda başladı,” diye belirtiyor Scheidel. “Eğer biri gerçekten 111 yaşına kadar yaşadıysa, o kişi bunu bilmiyor olabilir.”
Sonuç olarak, Antik Roma’nın istatistiksel yaşam beklentisi hakkında bildiğimizi düşündüğümüz şeylerin çoğu, karşılaştırılabilir toplumlardaki yaşam beklentilerinden gelir. Bunlar bize bebeklerin üçte birinin bir yaşından önce, çocukların yarısının ise 10 yaşından önce öldüğünü söyler. Ancak bu aşamaları geçerseniz eğer, muhtemelen 70 yaşına kadar yaşarsınız.
Bir erkek 21 yaşına geldiğinde ve kaza, şiddet veya zehir nedeniyle ölmediğinde, neredeyse günümüz erkekleri kadar yaşaması beklenebilirdi: 1200’den 1745’e kadar, 21 yaşındakiler ortalama 62 ila 70 yaş arasında bir yaşa ulaşırdı
Para veya güç sahibi olmak daha uzun yaşamaya yardımcı oldu mu? Her zaman değil. Yaklaşık 115.000 Avrupalı soyluya ilişkin bir analiz, kralların şövalyeler gibi daha düşük soylulardan yaklaşık altı yıl daha az yaşadığını buldu . Demografi tarihçileri, kayıtlara bakarak 17. yüzyıl İngiltere’sinde köylülerin yaşam beklentisinin soylulardan daha uzun olduğunu buldular.
İngiltere’deki aristokrat aileler her türlü maddi faydayı ve kişisel hizmeti güvence altına alma araçlarına sahipti ancak aristokrasi arasında doğumdan itibaren yaşam beklentisi, on sekizinci yüzyılın sonlarına kadar ortalama nüfusun gerisinde kalmış gibi görünüyor. Bunun nedeni muhtemelen kraliyet ailesinin yılın çoğunu şehirlerde yaşamayı tercih etmesiydi ; burada daha fazla hastalığa maruz kalıyorlardı.
Elbette, Charles Dickens’ın isli döneminde, hayat neredeyse herkes için sağlıksız ve kısaydı, diye düşünülür. Ama hayır. Şu anda Plymouth Üniversitesi’nde olan araştırmacılar Judith Rowbotham ve Oxford Brookes Üniversitesi’nden Paul Clayton’ın yazdığı gibi, “tehlikeli çocukluk yılları geçtikten sonra, Viktorya döneminin yaşam beklentisi bugün olduğundan belirgin bir şekilde farklı değildi “. Beş yaşında bir kız çocuğu 73 yaşına kadar yaşardı; bir erkek çocuğu ise 75 yaşına kadar.
Bu sayılar yalnızca bizimkilerle kıyaslanabilir değil, hatta daha iyi bile denebilir. Günümüzün işçi sınıfının üyelerinde (daha doğru bir karşılaştırma) erkekler yaklaşık 72 yıl ve kadınlar 76 yıl yaşıyor.
Bugün her zamankinden daha uzun yaşadığımızı düşünüyorsak, bunun nedeninin kayıtlarımızın 1900’lü yıllara dayanması. Bu döneme “yanıltıcı bir başlangıç” diyorlar çünkü o dönemde özellikle beslenme iyi durumda değil…
*****
Dünyaya egemen düzen, kapitalist sistem aracılığıyla ürettiği, özellikle de sağlık sektöründeki gelişmeler gibi farklılıklarla, insan ömrünün sürekli arttığını iddia eden bir propagandayı yayıyor. Belki biraz da, bu uzama nedeniyle sisteme minnettar olmamızı ve bağlı kalmamızı bekliyor. Ancak mızrak çuvala sığmayınca, egemen sistemle özünde pek bir sorunu olmayan BBC bile bu savı çürütecek yayın yapmaktan uzak kalamıyor…
*****
İnsanın yaşam süresi, yoğun şehirleşmenin yaşandığı dönemlerde, hastalıkların bulaşma kolaylığı vb nedenlerle düşüyordu. Yerleşim dönemi yaklaşık 2000 yıl süren Çatalhöyük‘de de, özellikle son dönemlerinde bu durum yaşandı.
Daha göçebe bir yaşam tarzı, o zamanlar daha yoğun kasabalarda yaşamaktan nispeten daha sağlıklıydı çünkü kentsel alanlarda uygun kanalizasyon sistemleri ve hijyen yoktu. İnsanlar birbirlerine ve hayvanlarına daha yakın mesafede yaşadıkları için, hastalıklar insanlar ve evcil hayvanlar arasında daha kolay bulaşabiliyordu. Çatalhöyük’teki bazı araştırmalar, şehir yoğunlaştıkça insanların daha az sağlıklı olduğunu ve bunun da muhtemelen ortalama yaşam beklentisinde bir düşüşe yol açtığını ortaya koyuyor…
*****
Antik Yunanlılar yaşlılığı ilahi lanetler arasında sınıflandırdılar ve mezar taşları 80 yılı çok aşan bir hayatta kalmanın kanıtıdır. Antik sanat eserlerinin üzerindeki figürler de yaşlı insanları tasvir ediyor: kambur, gevşek, kırışık.
Bugün de, bilinen son ilkel kabilelerden Tanzanya’daki Hadza kabilesi veya Brezilya’nın Xilixana Yanomami‘si gibi; modern ilaçlardan ve pazarlardan uzakta yaşayan mevcut geleneksel insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, ölüm yaşının çoğu insanın varsaydığından çok daha yüksek olduğunu göstermiştir: Buralarda yaklaşık ölüm yaşı 70’dir…
*****
Bu araştırmalardan anlaşıldığı üzere, insanoğlunun son yüzyıldaki ilerlemelerinin (aslında bunlara ilerleme demenin pek doğru olmadığını düşünüyorum), ömrü uzattığı savı, tamamen bir şehir efsanesidir.
Doğal insan ömrünün aslında 75-80 yıl da değil, 140-150 yıl olduğu yönünde pek çok ciddi makale mevcut. Belki yüzbinlerce yıl önce, insan 150 yıl civarında yaşıyordu. Bunun kanıtları ya bugüne gelemedi ya da gelen kanıtları, sistem işine gelmediği için imha ediyor.
Neticede 150 yıl değil, bin yıl bile yaşansa, bir gün sonu geliyor (henüz ölüme çare bulunamadı, ya da biz sıradan insanlar bundan haberdar değiliz). Bu nedenle, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bu süreyi, hırslı adımlarla kıra döke değil, mümkün olduğunca çevremize az rahatsızlık vererek geçirmek gerektiğine inanıyorum…