Ben küçük Rana, evimiz Yalova’nın tam ortasında, Çamlık denilen küçük ormanın hemen yanında, dedemin ruhuna göre bir yerde. Çünkü dedem şair. Hayvanları, ağaçları hatta taşları konuşturan dedem, beni de en iyi tanıyan, en güzel konuşturan olduğundan çok eminim. Evimizi ben doğmadan dedem yapmış. Binanın en üstünde, iki terası olan evimize insanlar hayran kaldığı gibi, hayvanlarda hayran kalmış olacaklar ki ne terasımızdan, nede evimizden hiç ama hiç eksik olmuyorlar. Bu yüzden kertenkelemiz, kelebeğimiz, karıncalarımız, kuşlarımız, salyangozumuz, solucanımız, sineğimiz, arılarımız hiç ama hiç eksik olmuyorlar.
Bir gün terasta otururken duvarda oluşan küçük bir delikten, iki tane örümcek çıktı, ben çok korktum. Dedem korkma dedi, onlar bizi rahatsız eden sinekleri yiyorlar. Niye evimize geliyorlar dedim. Hayır dedi dedem biz onların evine geldik. Bu orman onların, bizde onlara komşu olduk, beraber yaşayacağız dedi. Ormansız yere gidelim dedim, olmaz dedi ormansız yaşayamayız, ormanlar bize hayat sunuyor, yarın seninle ormanı gezip tanıyalım olmaz mı dedi, çok sevindim ve Parmaklarını oynatarak ben küçük örümcek, ben de abla örümcek, tanıştığımıza memnun olduk. Bizimle oynar mısın dediler. Oynarım dedim. Annemiz olur musun dediler, bende evet dedim. Sana anne diyebilir miyiz dediler, çok mutlu oldum. Anne biz seni ormanın yanındaki parktan tanıyoruz, maden suyu şişelerini geri dönüşüm kutusuna atarken gördük. Sizden zarar gelmeyeceğine inanarak size taşındık dediler. O gün bu gün tam iki yıl geçti, dedemin örümceklerinin annesiyim ve onları çok seviyorum. Nereye gitsem onları da yanıma alıyor hatta onlarla uyuyor onlarla uyanıyorum ve onlarla çok güzel hayaller kuruyorum. Oyuncaklarım çok ama en çok onlarla oynuyor, onlarla mutlu oluyorum. Çünkü örümcekleri konuşturan dedemle konuşuyorum. Ve onlara kızlaaar diye sesleniyorum.