Paradoks, görünüşte doğru olan bir ifadenin bir çelişki oluşturmasıdır. Türkçeye, Fransızca paradoxe sözcüğünden türeyerek giren paradoks sözcüğünün, etimolojik anlamda kökeni Yunanca paradoksos yani “karşıt-çelişen (düşünce)”dir. Paradokson, paradoks (karşıt düşünce) içeren iddia anlamındadır. Kökende sözcük “kabul görmüş bir düşünceyle çelişen, karşıt bir ifade” anlamında kullanılır. Bir başka yoruma göre de; Paradoks, İngilizceden “Paradox” olarak Türkçeye geçen ve bir şeyin olma ve olmama ihtimalinin ikisi için de %100 olması gibi durumlara verilen isimdir.
İnsanoğlu yani bizler, çelişkiler yumağıyız. Birbirinin zıddı denebilecek şeyleri aynı anda isteriz, birbirinin zıddı denebilecek şeylere aynı anda inanırız…
*****
Bu yazıda iki Paradoks’tan bahsetmek istiyorum. Birincisi ‘Bilgelik Paradoksu’. Einstein, “Bilgi birikimim arttıkça, ne kadar az şey bildiğimin farkına varıyorum”, demiş…
Sokrates ile Delfi Tapınağının Kahini Pytia arasında şöyle bir dialog geçer:
Sokrates: Merhaba, kutsal Pythia. Bilgelik arayışımda size bir soruyla geldim. Tanrı Apollon’un rehberliğiyle gerçeği öğrenmek istiyorum.
Pythia (Kâhin): Hoş geldin, Sokrates. Apollon’un ışığı seninle olsun. Sorunu dile getir.
Sokrates: Atina’da bilge olarak anılan pek çok insan var. Ben ise kendimi bilge olarak görmüyorum. Söyle bana, Delfi Tanrısı, benden daha bilge biri var mı?
Pythia (bir an sessizlikten sonra derin bir sesle konuşur): Hayır, Sokrates. Tanrılar adına söylüyorum, senden daha bilge biri yoktur.
[Sokrates, şaşkınlık içinde bir süre susar.]
Sokrates: Bu nasıl olabilir? Ben bilge değilim. Hiçbir şey bilmediğimi biliyorum. Tanrı’nın sözüne karşı çıkacak değilim, ama bu sözün anlamını çözmek zorundayım.
Pythia: Apollon’un cevabı basit değildir, Sokrates. Anlamı, ancak sorgulayıp düşünerek keşfedilebilirsin.
Sokrates: Öyleyse, bu cevabın ne anlama geldiğini öğrenmek için yola çıkacağım. Kendini bilge sananlarla konuşacağım, onların bilgisini sınayacağım. Belki o zaman Tanrı’nın bana ne demek istediğini anlayabilirim.
Bu olay, Sokrates’in kendini bilge sanan insanlarla konuşarak onların cehaletini açığa çıkarmasına ve ünlü “ben sadece hiçbir şey bilmediğimi biliyorum” (tek bildiğim, hiçbirşey bilmediğimdir) sonucuna ulaşmasına yol açmıştır…
*****
Başka bir Paradoks da, ‘En yaratıcı, büyüleyici fikirler doğrudan yoğun can sıkıntısı dönemlerinden kaynaklanır‘ cümlesidir.
Yazar Joseph Epstein şunu söyler: “Can sıkıntısı sonuçta bilincin parçasıdır ve nörologların bu konuda söyleyebilecekleri şairlerden ve filozoflarınkinden daha azdır.”
Hz Süleyman da can sıkıntısı yaşayan insanlardan biri. Süleyman’ın sözlerinin yazılı olduğu kabul edilen Ecclesiastes kitabında, sıkıntı ya da hayattan bezginlik ifadeleri sık geçiyor: “Her şey boş, bomboş, bomboş!”, “Göz görmekle doymuyor, kulak işitmekle dolmuyor.”, “Yaptığım bütün işlere, çektiğim çilelere bakınca, gördüm ki hepsi boşmuş, rüzgârı kovalamaya çalışmakmış.” Ecclesiastes’de can sıkıntısının nedenleri olarak aynı şeylerin kişinin yaşamında sayısız nesiller boyunca sürekli tekrarı görülüyor. Önceden ne olduysa yine olacak. Güneşin altında yeni bir şey yok…
Ama kitap dolu dolu yaşamak için bir umut ışığı da yakıyor: Git, sevinçle ekmeğini ye, neşeyle şarabını iç. Çünkü yaptıkların baştan beri Tanrı’nın hoşuna gitti. Giysilerin hep ak olsun. Başından zeytinyağı eksilmesin. Güneşin altında Tanrı’nın sana verdiği boş ömrün bütün günlerini, bütün anlamsız günlerini sevdiğin karınla güzel güzel yaşayarak geçir. Çünkü hayattan ve güneşin altında harcadığın emekten payına düşecek olan budur. Çalışmak için eline ne geçerse, var gücünle çalış. Çünkü gitmekte olduğun ölüler diyarında iş, tasarı, bilgi ve bilgelik yoktur…
Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard da (1813-1855) sıkıntı konusunda şunları söylüyor: Sıkıntı oldukça etkili bir itki olarak işlev gösterir. Bu durum bir paradoks ortaya çıkarır. Sıkıntı gibi durgun ve dayanıklı bir şeyin motive edici bir uyaran olabilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bu nedenle Kierkegaard sıkıntının eylemi teşvik eden yönünden “büyülü” olarak bahseder…
Nietzsche de sıkıntıdan olumlu olarak söz eder. Sıkıntının dinçliğin ve zekanın işareti olduğu konusunda Schopenhauer ile hemfikirdir. Nietzsche, can sıkıntısını engelleyen kişilerin aynı zamanda en derin benliğe, kaynaktan akan suya erişimi engellediğini söyler…
Bertrand Russell da, belli bir miktarda sıkıntıya dayanma gücünün mutlu bir yaşam için gerekli olduğunu vurgular ve şunları söyler: Bütün büyük kitaplarda sıkıcı bölümler ve bütün büyük yaşamlarda ilgi çekici olmayan dönemler vardır…
*****
Paradokslarımız bu ikisinden ibaret değil tabii ki. Başka yazılarda diğer paradokslara dair de birşeyler yazmak isterim…