Kapitalizm bizi sürekli bombalıyor. Tüketmekten başka mutluluk yolu olmadığı zihniyetini bize dayatıyor. Tüketmek için paraya ihtiyacımız var ve para için deyim yerindeyse köleleşiyoruz. Ama yinede mutlu değiliz.
Alternatif olma iddiasındaki İslam toplumları bile bir alternatif sunmaktan ve alternatif olmaktan çok uzak. Çünkü son 200 yıldır ‘Bilgelik’ ve ‘Hakikat’ gibi kavramlarla ilgilenmek yerine Anti Emperyalizm’den başka işi gücü olmayan ve başka hiçbir şeyi umursamayan bir topluluğa dönüştü. Aslında işi daha baştan kaçırıyoruz: Ruhlar içgüdüsel olarak acıdan kaçar ve mutluluğa koşar. Bu öğretilmiş birşey değildir, yaratılışımızda bize kodlanmıştır. Peki ya mutlu olmanın tek yolu daha çok şeye sahip olmak mıdır? Bence tersine, bu yolun mutluluk getirdiğini söyleyemeyeceğim. Günümüzde insanlar çok mutsuz. Akla, mantığa ve deney-gözlem‘e çok yer verdik. Duygu, sezgi ve ruh ise çok dışlandı ve boşlandı. Ama biz makine değiliz. Bizim ruhumuz var. Aslında doğrusu bu da değil; bedeni olan ruhlarız. Makine gibi yaşayamayız.
Uymayacak istisnalar olduğunu inkar etmemekle beraber dostluk ve aile kavramlarını çok önemsediğimi söyleyebilirim. Sıcaklık ve sevecenliği çok severim. Fakat günümüzde insanlar buz gibi ve öncelikleri hep çıkar. Bir hal hatır sormak bile çıkara dönüşmüş durumda. Sevgi, şefkat, merhamet sanki buhar olmuş. Nikahlı çiftlerin bile karı-koca olabildiğini söylemek neredeyse imkansız durumda.
Günümüzde ahlak; manasız ve boğucu ritüeller, sosyal darwinizm ve buz gibi bir materyalizmdir. İnsanlar bu zihniyeti zihinsel bombardımanlar sonucu ezberleyip sıkı sıkıya uygulamaktadır ve gene bombardımanlar sonucu sorgulamamaktadır bile. Tek yol olduğu dayatılan yolun hiçbir işe yaramadığını farkedenlere veya en azından hissedenlere ise yalıtılmışlık ve başka yöntemlere ise deyim yerindeyse terör uygulanmaktadır.
İnsanoğlu bir kabusun içinde. Sürekli sancı çekmekte. Deli gibi aramasına rağmen çıkışı bir türlü bulamamakta. Bazıları çözümü uyuşturucu ve teknoloji bağımlılığında, bazıları ise intiharda bulduğunu düşünmekte. Kesinlikle en azından kendimizi kurtarabiliriz, ama çaba harcamadan olmaz. Beyni yıkanmışlar, beyni yıkanmamışlara baskı uyguluyor. İnsanların çok azı ‘iyi insan’ sıfatını hakeder. Bu hayatta ‘kötü’ sıfatına layık kimse çoktur. Toplumculuk, aslında toplumun bütün bireylerine fayda sağlama iddiasındadır ama gerçekte sadece o toplumdaki çok az insana gerçekten fayda sağlar ve geri kalanı ise o düzenin sahipleri için perişan edilir, feda edilir. Neden El Salvador ve Kolombiya gibi en eşitsiz, veya Güney Kore ve Japonya gibi halkı psikolojik anlamda perişan olan ülkelerin toplumları bireycilikten oldukça uzaktır? Sizi tanımayan, sizi umursamayan, sizi düşünmeyen, size değer vermeyen kimseler için neden kendinizi feda edesiniz, fedakarlıkta bulunasınız ki? Neden kendinden önce başkaları olsun ki? Bana sorarsanız sizin için en önemli olması gereken kişiler sizin sevdikleriniz değil, sizi sevenler ve gerektiği zaman sizin için fedakarlıkta bulunabilecek, hatta kendini feda edebilecek kişilerdir. Minnet duymayı önemserim. Karşılıklılık da bence çok önemlidir. Sorun bütün dünyada. Dünyanın pek çok yerinde işler kötü gidiyor. Dünya düzeni, ‘Özgür Düşünce’ ve ‘Sorgulama’ sloganları ile önce batı ülkelerini sonra da, batı ülkelerinin dünyanın geri kalanına hakim olduğu 19. yüzyılda, dünyanın geri kalanını ele geçirdi. Günümüz dünyasının yönetim biçimi Plütokrasidir. Dünya, günümüzde ‘Özgür düşünce’ ve ‘Sorgulama’ gibi sloganlardan oldukça uzakta. Bu dünya düzeni Malthus, Darwin, Galton gibilerin düzenidir. İnsanın değeri yoktur. Ve buna komünistler de dahil olmuştu. Mesela Moğolistan’da Komünist devrim olduğunda erkeklerin yarıya yakını manastırlarda keşişti; tabi silindir gibi ezildi geçildi. Çünkü modern dünyada tefekkürün yeri yoktur. Modern dünyanın felsefesinde herkes deyim yerindeyse köpek gibi çalışmalı ve aslında hiç ihtiyacı olmayan şeyleri sorgulamadan tüketmeli. Dünya düzeni işte bu!
Dünya düzeni günümüzde kadın ile erkeği, göçmen ile yerliyi, azınlık ile çoğunluğu birbirine düşman ediyor. Klasik taktik; ‘Böl ve yönet’! Kültürel marksizm teoride ‘ezen ezilen olmasın’ diyor ama fiiliyata geçtiği zaman olan şey; geçmişte ezen kesimlerin ezilmesi, geçmişte ezilenlerin ise ezmesi oluyor. Dünya düzeni sağ popülizme iyi bakmıyor ama sol popülizme ise sağ popülizme gösterdiği kadar bile tolerans göstermiyor. Le Pen rekor oy alabiliyor, Trump başkan bile olabildi ama Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn‘in daha başta ayağı kaydırıldı. Çünkü sol popülizm, sağ popülizme göre global plütokrasinin cüzdanlarına çok daha zararlı. Kapitalizmin alternatifinin ne olduğunu bana sorarsanız size cevabım ‘Komünizmdir’ olmaz. Başka birşey lazım. Ama bana sorarsanız kapitalizm en öncelikle felsefi olarak mağlup edilmelidir. Tüketmek isteyen yığınlar olduğu sürece kapitalizm yok olmayacaktır. En öncelikle bu yığınlara tüketmeye neden ihtiyacı olmadığı anlatılmalıdır. Ancak gerek tv, sosyal medya gibi şeyler, gerekse de eğitim sistemleri insanları bunun tam aksi yönde yönlendiriyor. En önce aydınlar ikna olmalıdır. Sovyetler’de ilk McDonalds açıldığındaki kuyruğu hatırlayın. Orada bile başarılamamış. Dünya düzeninin sahipleri parayı aslında harcamak için de istemiyorlar; zaten özel hayatlarında çok da kişisel harcama yapmıyorlar. Para, günümüzde gücün kaynağıdır ve plütokratlar da aslında sadece güç sağladığı için para kazanmak istiyorlar. İnsanın yaşarken nelere ihtiyacı vardır? Mutlu, huzurlu olduktan sonra pahalı bilumum şeye gerçekten de ihtiyacı olur mu? Karnı güzelce doyan, üşümeyeceği giysilere ve bir barınağa sahip olan insanın başka bir ihtiyacı var mıdır gerçekten? Paul Lafargue ve Bertrand Russell, tembellik hakkından bahseder. Bu kitaplar daha bilgisayarların, sofistike robotların vs olmadığı bir dönemde yazılmıştı. O zaman bile günde 3-4 saat çalışmanın yeterli olacağını söylüyorlardı. Şimdiki teknoloji ile ise günde yarım saat çalışılsa yeter. Ama bu durum tabi Kapitalizm’e ve Global Plütokrasi’nin çıkarlarına çok aykırı.
İnsan neyi hedeflemelidir? Ne gerçekten başarıdır? Sokakta veya medyada duyduğumuz başarı kriterleri ve tanımları gerçekten de doğru mudur? Çocuklar köpek gibi ders çalışıyor. Bir sürü formül ezberliyor. Usta yanına çırak olsa belki çok daha mutlu ve huzurlu olacaktı halbuki. Bir sürü insanın beyni inanılmaz bir şekilde yıkanmış. Sadece kendilerini değil çocuklarını da bir uçuruma sürüklüyorlar ve bunu da çok doğru şeyler yaptığını zannederek yapıyorlar. Neden sorgulamıyorlar? Çünkü sorgulama günümüz dünyasında hiç istenmeyen bir şeydir. Sorgulamak yıkıcıdır. Dünya düzeni yıkılırsa hali hazırda perişan olan kimseler ne kaybeder? Ama global plütokrasinin sahipleri esas kaybedecek olanlardır.
Bir yol da entelektüel anlamda ilerlemektir. Zaten kapitalizmin bombardıman çağında bir entelektüel altyapı olmaksızın alternatif geliştirmek imkansızdır. Ayrıca yeni bir şeyler öğrendikçe yeni ufuklar ve dünyalar açılır. Zaten zevk almanın tek yolu para ve şehvet midir ki? Hiç mi alternatifi yoktur? Araştırma, okuma, veya başka şeyler alternatifi olamaz mı?
Manastırlarda keşiş olmak veya Tekkelerde çorba içmek bir seçenektir. Hamallık veya Irgatlık gibi manuel işler yapmak da bir seçenektir. Bana ‘İyi okullar için inekleyip sonra da Plazalarda çalışmaktan daha mı iyi bunlar’ diye sorarsanız ben de size ‘Emin misiniz gerçekten de’ diye sorarım. Günümüze kadar her yerde birçok şey söylenmiştir size. O söyleyenler de kim bilir ne sıfatlar taşıyorlardı. Ama taşıdıkları sıfatlar onların gerçekten de doğru yolda olduğunun bir kanıtı mıdır?
Düşünün, sorgulayın… Doğru yolda olduğunuzdan gerçekten de emin misiniz? Belki de hayatınızı ziyan ediyorsunuzdur.
Ne yaparsanız yapın, düşünmeden ve gerçekten emin olmadan kararınızı vermeyin! Acele etmeyin! Acele işe şeytan karışır!