Çocukluğumda futbol oynamayı çok severdim. Atatürk İlkokulunun bahçesinde veya bugünkü Abdullah Baştürk Parkının yerindeki boş alanda, sabahtan akşama kadar top oynardık. Çok sık hasta olmam ve bu nedenle kullandığım ilaçlar enerjimi düşürüp iyi oynayamamama yol açıyordu. Ama ne olursa olsun futbol oynamayı çok seviyordum…
Babam futbolla hiç ilgilenmiyordu. Tüm ailemde sadece halamın eşi ve oğlu futbol seviyordu ve Beşiktaş’lıydılar. Ben de o nedenle ‘Beştaş’lı oldum. Beşiktaş 1967 ile 1982 yılları arasında şampiyonluk yüzü göremedi. Ben 6 yaşındayken başlayıp, 21 yaşıma kadar devam eden bir dönem. Şampiyon olamamanın etkisiyle, okuduğum sınıflarda hep Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar kalabalık olurlardı. Beşiktaşlı, her sınıfta benden başka birkaç kişi ya olurdu, ya olmazdı. Sonraki yıllarda; altyapıya çok ağırlık vermesi ve çarpıcı transferler yapmaması, doğru takımı tutuyor olduğum duygusunu bende yarattı (ancak ciddi bir amatör ruh taşıyan bu dönem uzun sürmedi tabii). Bu duyguyu sonraki yıllarda Çarşı grubunun varlığı onardı…
Futbol oynamayı hep çok sevdim, Beşiktaş’ı da öyle; ancak kullandığım ilaçlar iyi futbol oynamama izin vermezken, öğrencilik yıllarım boyunca şampiyonluk yüzü görememek ve bunun yarattığı çevremdeki taraftar kıtlığı da, futbolu seyirci olarak takip etmemi pek kolaylaştırmıyordu. O nedenle değil stadda maç seyretmek, televizyonda bile maç seyretme alışkanlığım oluşmadı. Son 30 yıldır ise, ligin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini bile bilmiyorum. Birtek Beşiktaş arka arkaya başarılı sonuçlar almaya başladığında, olup bitene kulak kabartmaya başlıyorum…
Büyük takımların kadrolarında çoğunluğu yabancıların oluşturuyor olmasını da oldukça saçma buluyorum, taraftarların buna karşı çıkması gerektiğini düşünüyorum. Altyapıya yeterince önem verilmiyor olması çok üzücü. Gönlümden geçen; hem Beşiktaş’ın, hem de Yalovaspor’un altyapıdan gelen oyuncularla 11 kişilik takımlarını kurmaları. Bırakın 11 kişiyi, 1 kişi bile altyapıdan gelmiyor. Bu durum tüm kulüplerdeki yöneticilerin, meselenin temel ruhundan tamamen koptuklarını, bu ruha yabancılaştıklarını, sadece gösteri ve reklam yanıyla ilgilendiklerini ortaya koyuyor, maalesef. Tamamına yakını bu durumdaysa, yani Temel fıkrasındaki gibi, ‘hangi biri, hangi biri’ diyorsak, bunun dünyadaki yaşama toptan yabancılaşma yönündeki hızlanan gidişin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz…
*****
Futbol artık 50 sene önceki futbol değil, dünya çapında çok büyük bir sektör haline geldi. FIFA da dünyanın en büyük işletmelerinden biri. Bu haliyle bana hiç sempatik görünmüyor, o nedenle de Dünya Kupası ile hiç ilgilenmedim. Parayı verenin düdüğü çaldığı bir çağda (belki her çağda böyleydi ama sanki günümüzde daha da arttı), milyarlarca doların/euronun havada uçuştuğu ortamlara göz ucuyla bakarak bile destek vermemek gerektiğini düşünüyorum. Olan bitenin insanoğluna maddi veya manevi anlamda herhangi bir katkısını göremiyorum. Dünyada egemenliklerini sürdüren irili ufaklı güç odakları her dönemde, ‘Futbol, Fiesta ve Fado‘dan çok yararlandılar ve yararlanmaya da devam ediyorlar…
The Guardian’ın, Katar’da Dünya Kupası hazırlıkları sırasında ölen göçmen işçi sayısının 6.500 olduğunu ve bu bilgiyi Katar’daki büyükelçiliklerden aldığını yazması gürültü koparttı. Bunun üzerine de FIFA başkanı konuşmasında konuyla ilgili göstermelik birşeyler söylemek zorunda kaldı, ‘kendimi bir göçmen işçi gibi hissediyorum’ dedi ve ahlak dersi veren bazı cümleleri konuşmasına dahil etti. Hani Bekri Mustafa cenazenin kulağına eğilip, ‘öbür dünyada bu dünyayı merak edenlere, Bekri Mustafa Yeni Camiye imam oldu dersin‘ demiş ya, dünyaya ahlak dersi vermek de FIFA başkanına kalmış, vay halimize…