
Sonunda o da oldu, su kesintileri başladı. 21. yüzyılda insanoğlunun, temel ihtiyacı olan suya erişim sorununu çözemediğini görmek (insanoğlu kelimesi abartılı olduysa Türkiye diyelim, Türkiye abartılı olduysa Yalova diyelim), çok üzücü. Bekri Mustafa'nın meşhur fıkrasını bu meseleye uyarlarsak; Bekri Mustafa tabutun yanına eğilmiş, 'öbür dünyadan bu dünyada işlerin nasıl gittiğini sorarlarsa, Yalova'da yine su kesintileri başladı' dersin, onlar anlarlar, demiş...
Bu mesele önümüzdeki yıllarda (eğer ciddi önlemler alınmazsa) ağırlaşarak devam edecek gibi görünüyor. Meselenin sorumlusu ise sadece bugünkü belediye yönetimi değil (belki en az onlar sorumludur çünkü kısa zamandır yönetimdeler); 30 senedir belediyeyi yöneten tüm başkanların, ilgili tüm seçilmişlerin ve atanmışların, ve tabii son 30 yılın konuyla ilgili tüm bakanlarının bu meselede sorumlulukları var. Olan olmuş, biten bitmiş, şimdi suçlu aramanın değil, önümüze bakmanın zamanı...
*****
Atatürk, 'Yalova geleceğin su şehri olacaktır' değil, 'Suşehri olacaktır' demiş. Anladığım kadarıyla Atatürk, Sivas'ın Suşehri'nde milli mücadeleye uygun bir ruh görmüş ve burayı genel olarak sevmiş. O nedenle de Yalova için Suşehri gibi olacak demiş. Yoksa Yalova su fakiri bir bölgede, su şehri olabilecek hali hiç yok...
Türkiye ortalamasına kıyasla Yalova, su kaynakları küçük ve sınırlı olduğu için kuraklığa karşı kırılgan bir konumda. Türkiye genelinde birçok il büyük akarsu ve havzalara dayanırken, Yalova’da yaz kuraklıkları baraj ve kaynakları çok daha hızlı baskı altına alıyor. Bu nedenle Yalova, kuraklıktan en çabuk etkilenen iller arasında yer alıyor. Tabii bu kaderi, aklımızı iyi niyetle çalıştırarak aşmak mümkün...
*****
Elimde net veriler olmamakla birlikte, suyumuzun yaklaşık %20'sinin OSB ve ilimizdeki mevcut fabrikalara gittiğini, %10 kadarının da Tersanelere gittiğini söyleyebilirim (dediğim gibi bu çok kaba bir hesap). Bize (tarım dahil) kalıyor yaklaşık %70'i. Mevcut OSB'lerin tam olarak dolduğunu ve belki bir tane daha kurulduğunu düşünecek olursak (şehre para girecek, yeni istihdam alanları oluşacak deyince, akan sular duruyor, bunu hep böyle gördük, böyle yaşadık, ne yazık ki), suyumuzun yaklaşık %50'si OSB'ler başta olmak üzere sanayi kuruluşlarına gidecek. Üstüne Tersanelerin %10'unu koy, oldu %60. Bize kaldı %40. Üstelik OSB'ler geliştikçe artacak olan nüfusun da ilave su ihtiyacı olacak. Zaten Yalova yurtiçinden sürekli göç alıyor, yurtdışından da; çeşitli Arap ülkelerinden, İran'dan, Afganistan'dan, Özbekistan'dan ve diğer birçok ülkeden de geçici veya kalıcı komşularımız sürekli artmakta. Yani mevcut durumu taşıyamayan su kapasitemizi 2 katına çıkartabilsek dahi, bu bile yakın gelecekteki ağırlığı taşıyamayacak. Bıraktım uzun vadeyi, hiç değilse orta vadeyi düşünen aklıselim sahibi insanlarımızın olduğuna inanıyorum, inanmak istiyorum...
*****
Bunların üstüne bir önemli sorunumuz daha var: Gökçe Barajının ömrü doluyor. Barajların teknik bir ömrü var; ömrü sınırlayan asıl mesele çamur dolması. Barajın çamur sorununu ve buna dair çözüm önerilerini Ahmet Akyol yıllarca yazdı ama ne yazık ki dikkate alınmadı. Ortalama barajlar 35–50 yıl için projelendiriliyor; Gökçe Barajı 1989 yılından beri işletmede olduğu için aktif ömrünü önemli ölçüde tüketmiş sayılır. Baraj, her yıl yukarı havzadan gelen alüvyonla yavaş yavaş doluyor. Ömrü uzatmanın yolu ise; havzada erozyon önleme (ağaçlandırma), dere yataklarının korunması, mümkün olduğunca dip çamuru temizliği ve en önemlisi alternatif su kaynaklarıyla barajın tek başına yük olmaktan çıkarılması...
*****
Armutlu Yarımadasında ilk 'Su İletim Hatları' 2.400 yıl önce Bithynia Krallığı döneminde yapılıyor. Roma İmparatorluğu 1.900 yıl önce bu kanallara; taş kemerler, pişmiş toprak künkler, havuzlar ilave etmeye, tüneller açmaya başlıyor ve su hatlarını 12-13 kilometrelik, mühendislik şaheseri 'Su Kemerlerine' dönüştürüyor (Asıl olarak Teşvikiye ve Çınarcık arasında bulunan hattın “kemer” olarak görünen taş yapıları aslında bu uzun hattın en görünür ama en kısa bölümü, asıl mesafe, toprağın altında ilerleyen su yolu).
Roma İmparatorluğu üç kritik şey yaptı: 1- Taşı toprağın düşmanı olmaktan çıkardı (Kesme taş, Horasan harcı, Yük dağıtan kemer tekniği), 2- Suyu kamu meselesi ilan etti (Hamamlar, çeşmeler ve tarım için devlet bütçesiyle bakım yaptı), 3- Sistemi yedekli kurdu (Dinlendirme havuzları, Çoklu kol ve yan yollar). Bunlar olmadan bir su yapısının bin yıldan fazla yaşaması mümkün değildi. 21. yüzyılda bize düşen, yeni ve özgün bir mühendislik bakışıyla soruna eğilmek...
*****
Her beş ülkeden dördü tatlı su için deniz suyunu arıtıyor. Bu yolun Yalova'da hiç konuşulmuyor olması bence ilginç. Tamam bu seçeneğin zor gibi görünen yanları var (kuruluş maliyeti, işletim maliyeti, atık tuzlu su sorunu gibi) ama yaşamda kolay olan ne var ki. Kaldı ki Baha, deniz suyu arıtılmasının enerji meselesini ve atık meselesini çözmenin hiç de zor olmayacağını, bazı küresel ve yerel sermaye gruplarının bunu çok zormuş gibi göstermeye çalıştıklarını söylüyor. Ben Baha'ya inanıyorum...
Su endüstrisine piyasa istihbaratı sağlayan Küresel Su İstihbaratı'na (GWI) göre şu anda her beş ülkeden dördü içme ve diğer kullanım amaçları için deniz suyu arıtıyor ve bu sayı yükselmeye devam ediyor. Kuveyt, Umman ve Suudi Arabistan'daki su tedarikinin % 80'i tuzdan arıtılmış sudan geliyor. Ya deniz suyu ya da yeraltındaki acı sular arıtılıyor. Tuzlu su arıtma tesisleri dünya genelinde 20 binden fazla yerde yapıldı ve 10 yıl öncesine kıyasla iki katına çıktı. GWI'ın topladığı verilere göre 160 dolayında ülkede, deniz suyundan tuz arıtan tesisler bulunuyor. Bazı yerlerde üretim iki, üç, dört katına çıkarken, bazı yerlerde 10 ila 50 katlık müthiş bir büyüme kayıtlara geçti. GWI'a göre en çok deniz suyu arıtan ülke günde 13 milyon litreyle (5200 olimpik boyutlardaki havuzu doldurmaya yeterli) Suudi Arabistan. Ucuz yenilenebilir enerji son yıllarda maliyetleri aşağı çekti. Uzmanlar tuzlu suyu arıtma maliyetinin 1970'ten bu yana % 90 azaldığını söylüyor.
Bu konuda Türkiye'de de iyi örnekler var, mesela Avşa Adası. Avşa Adası’ndaki su arıtma tesisi 120 bin kişinin içme suyu ihtiyacını karşılıyor. Geçen yıl kapasitesinin %50 artırılması için çalışmalar vardı, sonuçlanmıştır sanıyorum...
*****
Bir önemli nokta da, barajda su seviyesi düştüğünde, 'dip suyunun' içme suyu olarak kullanılmaması gerektiği. Bu meseleye sosyal medyada, konuya son derece vakıf olan Uğur Daban vurgu yaptı. Dip suyu (barajın en alt kısmındaki su), su seviyesi çok düştüğünde kalan ve genellikle çökelmiş tortu, organik madde ve mikrop yoğunluğu yüksek bölgedeki su. Dip suyu çözünmüş ağır metaller, bakteri ve alg kaynaklı toksinler içerebilir. Eğer dip suyu arıtılırsa ve gelişmiş arıtma tesislerinden geçerse teorik olarak kullanılabilir; ama normal arıtma tesisleri çoğu zaman dip suyu için tasarlanmamıştır, risk yüksektir...
*****
Yalova'daki su sorunumuza kalıcı çözümler için biraz daha vakit kaybedersek, hiç istemeyeceğimiz sonuçlara doğru sürüklenebiliriz. O nedenle bu konuda elimizi çabuk tutmanın zamanı çoktan geldi...


