
Sevgili dostum.
Sivas'ta geçen yirmi dokuz yılımdan sonra, otuzuncu yılım olan bin dokuz yüz seksen altının, dört ayını Sivas'ta, altı ayını Sakarya'da, iki ayını da Sivas Sakarya, Sakarya Yalova arası yollarda geçirdim. Sonunda Yalova' da kalmaya karar kıldım. Bu yazımı kaleme alırken, iki bin yirmi altıya az kaldı yani ben yetmişe dayandım.
Yalova'da tam kırk yıl geçti. Her şey geride kaldı. Bundan sonra kaç yıl geçer bilemem. Geleceği yazmam imkansız ama geçmişi yazabilirim, Sivas'ta her günü dolu dulu geçen, yüzlerce insan tanıyan, Sakarya'da hayal kırıklığına uğrayan biri olarak, Yalova'da neyle, nelerle karşılaşacağımı bende merak ediyordum. Ani bir kararla, Yalova'ya gelip Cumhuriyet caddesi üzerinde olan, altında Öztürk ya da Kaymak bakkalı bulunan, Güzel üç apartmanının, birinci katını, hemen dükkanın üstünü kiraladım. Vakit kaybetmeden Bölükbaşına söylemeden, çünkü bölükbaşına çok kırılmıştım. Sakarya'dan Yalova'ya evi taşıdım. Artık Yalova maceramız başlamıştı. Yalova'da bırakın akraba hiç kimseyi tanımıyordum. İlk tanıştığım bugün damadım olan, İdris Kaymak, namı değer Mustafa ile abisi Öztürk Kaymak olmuştu. Üç beş gün eve yerleşmemiz sürdü. Artık Yalova'daki Sivaslılara bir aile daha eklenmiş oldu. Ev kalabalıktı, masraf çoktu, hazıra dağ dayanmazdı, çalışmak gerekti. Ülker’e söz verdim arabayı Ülker’e gönderecektim, şoför lazımdı. Merkeze indim öylen ezanı okunuyordu, merkez cami Rüstempaşa Camii idi. Namazı kıldım dışarı çıktım, meydan hamamının yanındaki binanın ikinci katında Hakyol Vakfı'nı gördüm, bana yabancı değildi. Sivas'tan İstanbul' a toptancı dükkanına mal almaya gittiğimde, İsmail ağa camiin de Mahmut efendinin tefsir derslerini dinliyor, Mahmut efendiyle bizatihi görüşüyor sonrada İskenderpaşa Camisi’ne giderek, Zahit Kotku Hz’den hadis dersleri, hadis sohbetleri dinliyordum. Hakyol Vakfı da Zahit Kotku Hz’nin ölümünden sonra yerine geçen Esat hoca efendi Hz ne müntesipti. Bir anda yalnızlığım sanki sona ermişti. İçeri girdim birkaç genç vardı, tanıştık. Bana şoför lazım dedim. Akşam sohbette daha çok olduklarını söylediler, belki bulunur akşam gel dediler. Akşamı sabırsızlıkla bekledim. Yatsıdan sonra vakfa gittim, on kadar genç vardı hepsiyle tanıştık, sohbet ettik, çay içtik. Bende şoför aradığımı söyledim. Bugün hâlâ ahbap olduğum, o gün tanıştığım Ali Öztürk kardeşim, benim eniştem var dedi. Yarın buluşalım dedim, ayrıldık. Bir gün sonra Ali'nin eniştesi ......... geldi görüşüp konuştuk, anlaştık. Arabayı verdim, Ülker de plakası kayıtlı nereye gönderirlerse başla dedim, Allah yolunu açık etsin dedim gönderdim. Araba çalışmaya başladı fakat, bize yetmezdi. Bir dükkan tutuyum diye gezmeye başladım. Yalova stadına doğru, şimdi diş hastanesi olan devlet hastanesinin karşısında, bir dükkanı kiraladım. Niyetim arabayı satıp, biraz daha küçük araba almak, Ülker satmaktı, Yalova'ya da bu yüzden gelmiştim. Her şeyi planlamıştım, bu planımı Sivas'taki ortağım Hamit abiye anlattım. Beni de Yalova'ya götür dedi, tamam dedim. Bizim eve yakın Yıldız sokakta ev tuttum onu da Yalova'ya taşıdım. İş yerimizi ayarlarken Hamit ağabey İstanbul’a gitti, birkaç gün sonra ailecek bize geldiler. Ayrılmak istediğini arabayı kendisinin almak istediğini gibi şeyler söyledi. Anahtarı verdim, yarın gel üzerine al dedim. Herkesin parası kendiydeydi zaten, taksi bana kaldı büyük arabayı ortağıma verdim, çünkü bana şöyle dedi. Sen yine kazanırsın bense esnaflık yapamam, sen çalışıyorsun biz yiyoruz. Artık bende çalışmak istiyorum ama İstanbul’da dedi. Ne yapacaksın dedim, arabayı satıp, servis arabası alıyım, fabrikadan işçi taşıyacağım. Görüştüm sende müsaade edersen dedi. Tamam al git dedim, hakkını helal et dedi. Kimseye haram etmemişim sana mı edeceğim dedim. Helalleştik ve ayrıldık. Artık tek ve hürdüm. Artık Ülker de satamazdım bayilik sistemine geçeceklerini beş araba almamı, büyük bir depo tutmamı istediler. Bu arada Yalova'daki. Yalıtaş'a Ülker taşıdığımız için, onlarda bayilik alacaklarını söylüyorlardı. Bu yüzden Ülker’den vazgeçtim. Kiraladığım dükkanda gofret, leblebi tozu imal edip satmaya karar verdim. Evde ekip vardı ailecek çalışacak, Allah'tan başka kimseye muhtaç olmayacaktık. Hemen işe koyuldum. Bursa'da kırık leblebi çeken birini, Gedelek’te de gofret pişiren birini buldum. Tezgahları ayarladım, küçük hızar makinası, yapıştırma makinası, kutusu ambalajı derken iyi bir imalat çıkardık. Malları kamyon kiralıyor Bursa ve çevresine toptancılara satıyorduk. İşçi açığı başladı mal yetişmiyordu. Bir gün bir adam geldi işçi lazım mı dedi, bende evet dedim. Yarın sana kaç işçi getiriyim dedi, beş altı tane olur dedim. Bir gün sonra iş yerine geldiğimizde kapıda altı tane kız çocuğu ile beklediğini gördüm. Hoş geldiniz dedim içeri aldım. Atmış yaşlarında görünen adamı yanıma aldım, bizimkilere seslendim kızlara iş verin, güzelce öğretin dedim. Amca adın ne nereden getirdin bu kızları dedim. Adım İzzet Sultaniye köyünden dedi. Yakın mı dedim beş altı km var dedi. Nasıl geldiniz dedim, Gacık Köyü'nün arabasıyla dedi. Zor olmaz mı dedim, çocuklar biraz çalışsın memnun kalırsan sana bir teklifim var dedi. Bir ay sonra işçi sayısı ona çıktı. İzzet amca geldi ne yaptın memnun musun dedi. Bir sorun yok, hepsi de cana yakın kendi evladım gibiler çalışıyorlar. O zaman bizim köye gel dedi. Ev var mı, dükkan var mı dedim. Evde var dükkanda hem de şehirden ucuz, hem sen kar edersin hem de biz dedi. Haklıydı hadi gidelim o zaman dedim. Portakal renkli Toros arabama bindirdim, köye geldik evleri dükkanları tuttuk, Sultaniye köyüne Tonyalıların içine taşındık. Her şey güzeldi kimseyle bir derdimiz sorunumuz yoktu. İmalat devam ediyordu. Fakat toptancılar çek verdiği için nakit sıkıntısı çekiyorduk, bakkallara perakende satışa karar verdim. Köyde oturan Muhiddin denen mert sert bir adamın kırmızı minibüsüyle perakendeye çıkmaya başladım. İşlerim dahada bereketlendi. Altınova'da koz helvası, incir ezmesi, kaymak, Sultaniye'de gofret, leblebi tozu, mısır patlağı imalatı hızla devam ediyordu. Muhiddin arabayı satıyorum alır mısın dedi, emin misin dedim eminim dedi, tamam bende alıyorum dedim. Ve meşhur kırmızı minibüsün hikayesi de orada başladı. Zira kırmızı minibüs Yalova'da çok genç taşıdı, sadece gofret taşımadı. Gençleri Gacık Köyü’nün sahasına götürüyor orada top oynuyor, sohbet ediyor, gençlerle beraber camiye gidiyor, güzel bir zaman geçiriyorduk. Ta ki Sultaniye sporu çalıştırmaya başlayıp, gençlerle başarılı olana kadar. Bu hayatımız köyde birilerini rahatsız etmiş olacak ki, sabah iş yerine gittiğimde bütün camlarımız kırılmış halde buldum. Bundan sonraki hayat farklı olacaktı artık. Haftaya hoşça kalın dostça kalın.


