
Marmara kıyısında, iki büyük şehrin gölgesinde kalmış bir küçük şehir: Yalova. İstanbul bir vapur mesafesinde; Bursa ve İzmit ise karayoluyla 1 saatten daha yakın bir mesafede. Ne büyükşehir rahatlığı var, ne taşra sıkıntısı. İşte tam bu arada kalmışlık hali, Yalova’da son yıllarda bir “küçük şehir sendromu” yaratıyor. Bu sendrom sadece ekonomiyi ya da altyapıyı değil; halkın ruh halini, beklentilerini, sosyal ilişkilerini de biçimlendiriyor...
*****
Sosyologların "küçük şehir sendromu" diye adlandırdığı bu durum, belli özelliklerle tanımlanıyor:
Sınırlı sosyal alanlar (az sayıda kafe, park)
“Herkesin herkesi tanıdığı” ama kimsenin derin bağ kuramadığı ilişkiler ağı
Sürekli büyük şehre özenme veya kaçma isteği
Kültürel etkinlik ve kamusal alan eksikliği
Gizliliğin zorluğu (her davranışın kolayca görünür olması)
Yalova tam da bu tarifin içine düşüyor.
*****
Yalova tarih boyunca tam anlamıyla bir “şehir” olmadı. Osmanlı arşivlerine bakıldığında Yalova, uzun süre İzmit Sancağı’na bağlı bir nahiye olarak kalmış. 19. yüzyılda bile bu coğrafya, büyük göçler (özellikle Kafkasya ve Balkanlar’dan gelenler) için bir durak olmuş ama ekonomik merkez değilmiş.
1929’da Atatürk buraya geldiğinde, henüz bir kasabaydı. Atatürk’ün isteğiyle canlandırılan Termal Kaplıcaları ve Yürüyen Köşk projesi sayesinde bir "modernleşme vitrini" işlevi gördü.
Bu "kent olmadan kent sayılma" hali bugün hâlâ sürüyor. Mesela TÜİK 2024 verilerine göre Yalova’nın nüfusu sadece 296.000. Ama bunun yaklaşık üçte biri 60 yaş üzeri. Genç nüfus oranı Türkiye ortalamasının altında (Yalova: %13, Türkiye: %15,5). Yani Yalova'nın emekli şehri olma özelliği oldukça baskın...
*****
Şehirler sadece nüfustan ibaret değil. Kültür üretimi, kamusal alan kalitesi, sivil toplum hareketliliği de birer “şehir ölçüsü”.
Kamusal Alan Sorunu: Yalova’da sadece Cumhuriyet Meydanı, sahil yürüyüş yolu gibi birkaç toplu kullanım alanı var. Farklı projeler (örneğin Bisiklet Yolu Projesi) zaman zaman yeniden canlandırılmaya çalışılıyor ama bu tür projeler sürekli kesintiye uğruyor ve istenen “kentlilik ruhu” bir türlü yaratılamıyor.
Sivil Toplum Zayıflığı: Aktif dernek sayısı az. (2023’te faal dernek: 310)
Kültürel Etkinlikler: Tiyatro, konser, kitap fuarı gibi etkinlikler sınırlı. İstanbul’dan “ithal” gelen etkinlikler dışında yerel üretim çok az çünkü yerel üretimlere halkın ilgisi neredeyse yok denebilecek seviyede.
Yalova Üniversitesi’ne kayıtlı 8000 öğrenci var ama bu öğrencilerin %70’i şehirle bağ kurmadan 4 yılını tamamlayıp gidiyor. Yalovalı gençler de "Bursa'da okuyacağım", "İstanbul’a kapağı atacağım" diyor. Şehir gençleri tutamıyor...
*****
Yalova’da iki ayrı sosyal dünya yan yana ama birbirine neredeyse yabancı: Site insanları ve mahalle insanları.
Yeni siteler dışarıya kapalı. Güvenlikli girişler, aidatlı yaşam, özel havuzlar... Buralarda komşuluk ilişkileri oldukça zayıf. Oturanların çoğu birbirini tanımıyor. Site toplantılarına gelenler bile “kimse kimseyle selamlaşmıyor” diye şikâyetçi.
Oysa eski mahallelerde bakkal hâlâ, sınırlı da olsa, varlığını sürdürüyor. Pazar alışverişi, sokak dedikodusu, kahve köşesi muhabbetleri sürüyor.
İki kesim bir araya fazla gelmiyor. Yalova’nın "kentlilik kültürü" bu bölünmeden de nasibini alıyor: Topluluk duygusu zayıf, ortak yaşam alanları yetersiz...
*****
İstanbul’a bu kadar yakın olmak Yalova için hem nimet hem de sorun.
Bir yandan kolay ulaşım (Osmangazi Köprüsü, İDO seferleri) İstanbul’da çalışanların Yalova’da yaşamasını mümkün kılıyor. Yalova’daki çalışan nüfusun, az da olsa bir kısmı, her gün İstanbul’a gidip geliyor.
Ama bu yakınlık Yalova’nın kendi ekonomik ve kültürel gelişmesini baltalıyor. İnsanlar alışverişini, kısmen de olsa, İstanbul’da yapıyor; sinema, konser, tiyatro gibi kültürel etkinlikleri de orada izliyor. Yalova’daki küçük esnaf bundan zarar görüyor.
Bir başka sorun da arsa ve konut fiyatları. İstanbul kaçkınları Yalova’dan yazlık veya yatırım amaçlı ev alıyor; bu da yerli halk için konut edinmeyi güçleştiriyor. 2015 yılında ortalama konut m² fiyatı 1700 TL iken 2024’te bu rakam 18.000 TL’yi geçti. Yalova bu anlamda İstanbul’un ‘arka bahçesi’ olmaya doğru sürükleniyor.
En kötüsü: Yalova gençlerini de kaybediyor. Üniversite mezunları için iş imkânı olmadığı için "İstanbul’a kapağı atmak" tek yol gibi görünüyor. Şehir kendi insanını tutamıyor; bir geçiş yeri, bir bekleme odası hâline geliyor...
*****
Bir şehirde sanat, kültür, basın varsa orası kent olur. Ama Yalova’da:
Yerel Gazete Sayısı: Sadece 5 basılı gazete, 3 aktif haber sitesi (2024 verisi).
Tiyatro / Sinema: 3 sinema salonu, 1 Çocuk Tiyatrosu Salonu, 2 tane de Tiyatro Salonu olarak kullanılan bina (RDKM ve Halk Eğitim Salonu). Bilet satışları düşük.
Sanatçı Yetişmesi: Son 10 yılda Yalova çıkışlı bilinen sanatçı, yazar sayısı oldukça az.
*****
Umut Var mı? Var. Çünkü küçük şehir avantajları da çok:
İnsan ölçeğinde bir şehir: Yürüyerek hayat mümkün.
Sahil, orman, termal kaynaklar: Doğa içinde yaşamak kolay.
Yeni bir "iyi yaşam kenti" vizyonu yaratılabilir. (Danimarka’daki Aarhus gibi küçük ama kaliteli şehir modeli örnek alınabilir.)
*****
Ne eksik?
Planlı büyüme,
Kent kimliği vurgusu,
Kültür ve sanat politikaları,
Gençleri burada tutacak iş ve sosyal ortamlar.
*****
Dünyadan Örnek: Danimarka’nın Aarhus ve Odense Şehirleri
“Küçük Şehir Sendromu”nu aşmayı başarmış örnekler arasında Danimarka şehirleri dikkat çekiyor:
Aarhus: Danimarka’nın ikinci büyük şehri. Nüfus: 350.000. Şehir planlamasında gençler odaklı projeler (yarı zamanlı işler, üniversite kampüsleri, kültür etkinlikleri). Bisiklet yolları, halk bahçeleri, açık hava konserleri ile kentsel yaşam teşvik ediliyor. Kent yönetimi, halkı site yaşamından mahalle kültürüne çekmeye çalışıyor.
Odense: Masal yazarı Andersen’in doğum yeri. Nüfus: 180.000. Tarihî merkez restore edilmiş, kent kimliği güçlendirilmiş. “Küçük ama derin” kültür yaklaşımı: Haftalık yerel konserler, çocuk tiyatroları, halk günleri ile sosyal alan canlı tutulmuş. Şehir dışına göç oranı %9’a düşmüş, genç nüfus şehirde kalmış.
*****
Son Söz:
Yalova’nın küçük kalması sorun değil. Önemli olan küçük düşünmemesi. Bu şehrin hem göçlerle yoğrulmuş geçmişi, hem doğanın cömertliği, hem de genç bir il olmanın enerjisi var. Yeter ki "yaşanabilir bir kent" vizyonunu sahiplenelim...


