yalovahabercihabergazetegündemgüncelson dakikaenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpak parti
DOLAR
34,5069
EURO
36,4979
ALTIN
2.952,17
BIST
9.031,82
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Yalova
Parçalı Bulutlu
20°C
Yalova
20°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Az Bulutlu
11°C

YALOVA MUSKASI VE DALYANLARI

03.11.2024 15:35
0
A+
A-

 

Efendiler!

TİGEM arazilerini yazdım, kimseden ses çıkmadı. Tatil köyünün sahil bandını kesmesini ve üniversitenin yolunun açılmasını dile getirdim, ilgilenen olmadı. O zaman ben niye kendimi paralıyorum? Kim ne isterse onu yapsın! Oturur nostaljik yazılar hazırlarım. Bu kez yazdığım yazı “Yalova’nın bir folkloru yok” diyenlere gelsin. Mesela 1935 yılında Son Posta gazetesinin yazarlarından Reşit Şevket Yalova sahilinde geçirdiği bir anı paylaşır. Ben de size aktarıyorum:

“Kıyı Yalova Dalyanlarında…

Hacı Bu Yıl Harmanı Pekçe Savurursa, Kınayı Yakacak Emme, Hüda Bilir!..”

Deniz Kaduna Değil, Dişi Gısrağa Benzer. Depti mi Deper, Nistedüğünü Bilmezsin Gayri!..

Kıyı Yalova’nın en güzel yerleri de kumlu sahile örümcek yuvaları gibi kurulan dalyanlardır. Uzun sırıklara gerilmiş ağlar, tıpkı örümcek ağları gibi içine düşenleri çırpındırıyor.

Yeşil boyalı bir balıkçı kahvesi önünden bu ağlara dalınca biz de yolumuzu kaybettik. Yürüdükçe ve kahverengi, irili ufaklı mantarlarla süslü ağlar arasında dolaştıkça, mini mini aciz, zavallı balıklar gibi çırpınmaya başladık. Bir toprak tümsek üzerinde iri iğnesiyle ağları tamir eden yanık yüzlü bir ihtiyar güldü:

-Çıkamadınız mı oğullar! Gayrı kaldınız burada!. Nideceğüz şimcik?

İhtiyarın küçük, ufarak gözleri gülüyordu:

-Hey oğul, Tanrının günü bunlarla uğraşıyoruz. Huysuz hayvanları dutup getiriyoruz da sattığımız malın kıymeatını vermiyonuz!. Nidecez, bir lokma ekmeğe bunca iş az geliyor…

İhtiyar kucağından kunduracı bıçağına benzeyen, küçük sapsız bir bıçakla ağların bozuk ve kopmuş ipliklerini kesiyor, sonra o, uzun, kalın iğnesiyle yeniden iplikler takıyor, boş kalan yerleri örüyordu. Bizimle konuşurken başı hiç kalkmıyordu:

-Bizim dalyanın bir muskası var, nah, işte, şu direceğin ucunda…

Parmağıyla gösterdiği yerde kuru bir balık başı, bir mavi boncuk, bir de çürümüş sarımsak vardı.

-Evelallah bunca yıl işimiz uğurlu getti. Bu direk, 15 yıl önce bir kez fırtınadan yıkılmıştı. O yıl balık çıkmadı, dalyanın ağlarını kılınçlar paraladı. Balığa çıkan kayıkları deniz aldı, götürdü. Siz inanmazsınız emme, biz inandık inanıyoruz gayri!.. Eh beyüm, sığınacak neyümüz var!.. Ne paramız, ne mülkümüz.

Kıyı Yalova dalyanlarında günler taksim edilmiştir. Balık günü bütün balıkçılar dalyanı boş bırakıp gidiyorlarmış. İş ağ terziliğine düşünce de böyle hep bir arada ağ örüyorlarmış.

Karşı ağaç dibinde çalışan balıkçılardan biri hafif hafif bir şarkı tutturmuştu. Şarkı evvela mırıltı halinde çıkıyordu. Sonra yavaş yavaş açıldı ve kendini büsbütün ortaya verdi:

Yüce yüce dağların başı / Pare pare duman şimdi

Sevişmesi hoştur emme / Ayrılması yaman şimdi

İhtiyar başını çevirerek bağırdı:

-Ulen Mıstıfa, Kadıköylü gıza vurulalı beri sesin düzgün sürdü be!..

Sonra bize döndü:

-Hacının Mıstıfa gayri çıra gibin yanıyo.. Gasabaya birbuçuk saat ötede bir Kadıköy var. Oğlan oradan Bağcı Hasan’ın kızına yandı. Bu yıl harmanı pekçe savurursa kınayı yakacak emme Hüdâ bilir.

Yeşil boyalı kahvenin tıknaz ağacı, hafif bir deniz rüzgârıyla sallanmaya başladı. Hiç gürültüsüz, başları eğik çalışan balıkçılar, Kadıköylü kıza vurgun Mustafa’nın şarkısını dinlemekle meşgul… İhtiyar bile bu şarkıya kendisini kaptırdı. Hele genç balıkçı:

Benim yârim yola bakar / Gözlerinden yaşlar akar

Deyince, dayanamadı, uzun bir

-“Offf, çekti. Sonra çokbilmiş, çok geçirmiş, çok sevda çekmiş insanlar gibi başını salladı; iğnesini kasketinin arasına soktu.

-Size bir de bizim hayvancıkları anlatam. Hani tavada bişirüp afiyetle yidüğünüz balukları nasıl tutuyoruz? Gel de bize sor. Allahın günü, gecesi demez denize açılırız. Kimi baluk var gün olunca çıkmaz, kimi baluk var geceden korkar. Geceleri sandalın ucuna çıra yakar, denize açuluruz. Kıyıdan uzakta ağları denize salar, döneriz. Zabah gün ışımadan yine kalkar yanık çıralarla ağlara gideriz. Gece lodos çıkmışsa tamam gayri… Ağlara hırçın hayvanlar düşmüştür. Ağlar yine yaralanmıştır. Deniz, dediğünüz gibi kadına benzemez bayım… Dişi kısrağa benzer. Deptümmü deper.  Ne istedüğünü bilemezsün. Gayri suyuna göre gidecesin.

Kıyı Yalova dalyanlarında buruna çarpan koku, balık kokusudur. Siz bunu deniz, yosun kokusu sanmayın. Dipdiri, taptaze sudan yeni çıkmış körpe ve genç bir balığın kokusu… Yoksa bu koku, balıkları, telleri arasına sıkıştırıp hapseden kahverengi ağların kokusu da değildir.

Uzun direklere asılmış, parça parça sarkan ağlarda, hırçın balıkların kuyruk, sırt darbeleriyle delinmiş delikler görünüyor.

Kıyı Yalova’da göze çarpan en canlı, en çok başkalık veren şey sahilin kumlarına çekilmiş iri gondollardır. Evet gondollar! Sivri kalkık burunları ile öğle güneşi altında uyuyan bu gondollar az çok Dördüncü Murad’ın Emirgan kıyılarında gezdiği üç çifte zevrakçelere benziyor.

İhtiyar balıkçı, elindeki ağı dizine yaydı ve iğnesini tekrar kasketi arasına soktu:

– Balıkların içinde en hırçını skorpittir. Ağa düştü mü vay bana! Deliler gibim dört yana koşar, ağı paralar, gözü kararınca da, çırpınıp dövünmekten sırtı, kuyruğu ganlanır… Ağı tekneye alıp da tutmak istersen elini, parmağını yarar, tek durmaz, seni de ganlatır!…

İhtiyar, iri, nasırlı elindeki çizgileri gösteriyordu:

-Nah işte, bunlar hep Skorpit yarası… Emme köpoğlunun çorbası da olur mu olur hani!..

İhtiyar balıkçı sesini kısrak kıs kıs gülüyordu:

-Söz beynimizde, bu baluk bizim Köroğlu’na da çok benzer emme, hırçınlık da yakışır köfte hora!.. Gasımpaşa’dan almıştım tazeyi emme… Daha da bayatlamadı… Heh, heh, heh, heh…

Öğle güneşi altında yolunu bulup çıktığımız dalyanın biraz ilerisinde gondolların yanından geçiyorduk, kulağımıza derinden bir “Horrr!” çarptı. Geceden uykusuz kalan balıkçılar gondolların içinde uyuyorlar. Kızgın güneş altında ne tatlı öğle uykusu…

Reşit Şevket, 18.07.1935, Son Posta Gazetesi, S 7”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.