Yıllar önce aldığım ”Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı” isimli kitabı biraz karıştırdım (yazarı Metin Solmaz, basım tarihi 2015). İlginç ve güzel hazırlanmış bir kitap. Hala baskısı yapılıyor mudur bilmiyorum, genellikle iyi kitapların okuyucusu olmuyor ve yeni baskısı yapılmıyor… Kitaptaki 100 konu içinden 4 tanesini bugünkü yazıma misafir etmek istedim. Çok yeni bir yerel yönetim seçimi yaşadığımız için, seçtiğim 4 konu yerel yönetimleri ilgilendiren konular. Bu konularda azda olsa bir toplumsal farkındalık oluşursa, yeni belediye başkanımız ve diğer yerel yöneticiler bunu dikkate alırlar diye düşünüyorum…
*****
İlk konu, ”Toplu taşıma araçları zarar eden belediye kötüdür” başlıklı.
”Bir keresinde, Bursa’da bütün üst geçitlerde, belediye başkanının kocaman fotoğrafıyla birlikte, bir önceki sene belediye otobüslerinden kaç milyon lira kar edildiğinden övünçle bahsedildiğine şahit olmuştum. İnanamamıştım. Üşenmedim insanlara sordum, ‘ne düşünüyorsunuz?’ diye. Aferin adama dediler ekseriyetle. Başka partiyi tutanı, ‘uyduruyordur’ dedi, en fazla. Durumda bir anormallik gören yoktu.
Halbuki durum çok anormal. Toplu taşıma araçlarıyla kim seyahat eder? Patronlar mı? Politikacılar mı? Halk tabii ki. O vakit bu para kimden kazanılmıştır? Halktan.
Toplu taşımadan para kazanan belediye, az kullanılan güzergahlara ve az kullanılan saatlere araç vermez. Böyle yapması da belediyenin kasasına kar yazarken, halka doğrudan zarar yazar.
Toplu taşıma elbette (her şey gibi) israfsız ve iyi hesaplanarak ve insanı merkezine alarak yapılmalıdır. Böyle yapılınca toplu taşıma kaçınılmaz olarak sübvanse edilir. Doğrusu zarar etmesiyken, kar etmesi, hele hele bununla hava atılması, halkın da bunu satın alması akıllara ziyandır.”
Yalova’da belediye otobüsü yok denecek kadar az. Bu konu bence yeni belediye yönetiminin öncelikli konuları arasında olmalı, deniz yolu ve raylı sistemler öncelenerek, toplu taşımanın ağırlığı belediye araçları ile yapılacak şekle dönüştürülmelidir.
*****
Kitaptaki, yerel yönetimleri ilgilendiren ikinci konunun başlığı: ‘Şehirlerimize bol ve ucuz otopark gereklidir‘.
”Türkiye gibi gelişmekte olan, kent kültürünü tam olarak oluşturamamış ülkelerde, şehirler genellikle arabalar için düzenlenir. Hayat arabalar için düzenlenince de, bir otopark problemi baş gösterir.
Genellikle şehir merkezlerinde nükseden otopark meselesi de, hep bir türlü yeterince bulunamayan boşluklar meselesi olarak görülür. Bu yüzden yerin yedi kat dibine veya üstüne çıkan otoparklar gururla inşa edilir.
Halbuki şehir merkezine yapılan her otopark alanı, hele ki ucuz olursa, şehir merkezine özel otomobille gelmeyi teşvik edecektir. Bu da ancak şehir merkezinin trafiğini arttırmaya yarar. Oysa toplu taşıma istasyonları civarına bedava park alanları yapılması ve merkeze mümkün olduğu kadar az park yeri yapılması, trafik ve şehircilik açısından çok daha sağlıklıdır. İyi bir şehrin, mümkün olduğu kadar denize ve raylı sisteme dayanan, iyi bir toplu taşıma sistemine ihtiyacı vardır. Görkemli otoparklara değil.”
Yalova’nın sahilindeki denize nazır otopark bir an önce halkın kullanabileceği bir parka dönüştürülmeli (ancak rant kapısı ticari işletmeler değil, belediye işletmelerinin hizmet verdiği bir park tabii ki), şehrin dışındaki ücretsiz park alanlarından da vatandaş düşük bir ücretle sürekli ring seferi yapan kamu araçlarına binerek şehre gelmelidir.
*****
Kitaptaki diğer bir konu başlığı ise şöyle: ‘AVM’ler medeniyet göstergesidir’.
”Hayır. Şehrin göbeğine yapılmış devasa AVM’ler görgüsüzlük göstergesidir. Cevahir AVM açılırken, ‘Avrupa’nın şehir merkezindeki en büyük AVM’si diye hava attılar. Kimse, ‘yahu bu diğer Avrupa memleketleri niye yapmamış böyle bir şey? diye sormadı.
Şehirlerimizde yabani ot gibi kontrolsüzce yayılan AVM’ler, sosyal hayatı da örseliyor. Maalesef çoluk çocuk gidilen bu yerler mesire yeri muamelesi görüyor. Gidiş sebepleri genellikle ‘temizlik, sıcaklık, serinlik, her şeyi bir arada bulmak’ filan olarak gösterilse de, asıl sebep şehirlerimizde dışarıda beraber vakit geçirilen alanların her geçen gün biraz daha azalıyor olmasıdır. Bana sorarsanız sosyal hayatı güdükleştirici yerler olmaları bir yana, zararlı beslenme alışkanlıklarını körüklemeleri, mikrop-virüs alış verişine uygun klimaları ve yapay ortamlarıyla muhakkak uzak durulması gereken yerler.”
Benim de mezun olduğum Atatürk İlkokulunun yerine AVM yapmak gibi kabus fikirler şimdilik uzakta kalmış gibi görünse de, halkta yeterince duyarlılık oluşmazsa, bu tür fikirler her an yeniden hortlayabilir…
*****
Kitaptan aktarmak istediğim son konunun başlığı ise, ‘Üstgeçitler yayaların iyiliği içindir’.
”Şehirler sadece yayalara göre değil, engelli yayalara, çocuklara ve bebekli ebeveynlere göre de tasarlanmalıdır. Oysa Türkiye’de şehirler sadece arabalara göre tasarlanır. Bisikletlilerin, yayaların, tekerlekli sandalyelilerin, pusetlilerin, sokak hayvanlarının, çocukların, hatta motosikletlilerin ve her şeyin, herkesin önündedir arabalar. Bunun da en büyük kanıtı üst geçitlerdir.
Üstgeçitler yayaların kötülüğü içindir. Sebebi çok basit: Medeni bir yerde -hele şehrin içinde- bir yolun altından ya da üstünden geçecek olan yayalar değil arabalardır.
Ankara gibi (kitabın basıldığı 2015 yılı ve öncesi kast ediliyor), şehircilik anlayışında yayaları hepten yok saymış yerlerde, üstgeçitlere orta tretuvara havuzlar yapılmış, koca zincirler çekilmiş, medeniyetsizliğin traji komik hali çizilmiş, neyse ki havuzlara timsahlar unutulmuştur.”
Yalova ilinde üst geçitlerin sayısı oldukça az. Ancak aynı AVM konusunda olduğu gibi, şimdilik pek tehlike oluşturmayan bu konu da, yarın aklı evvel yöneticilerin gelmesi halinde gündeme gelebilir. Dolayısıyla halk, şehri ilgilendiren tüm konularda, hızlı tepkiler geliştirme kabiliyeti içinde olmazsa, bugün risk oluşturmayan çeşitli konular, yarın önümüze birer kabus gibi konabilirler…