
Sevgili dostum. Sakarya'da işler gayet düzgün başladı. Her ay 1-2 kamyon çikolata, gofret, kaymak, leblebi tozu satıyorduk. Yeniden bir hayat kurmuştuk. Malların tamamına yakını, Anadolu şehirlerine satılıyor, bazen mal sevkiyatı duruyordu. Bölükbaşı'na İstanbul’a neden mal satmıyoruz dedim, satamıyoruz dedi. Ben denemek istiyorum dedim, satana kadar gelmem, gerekirse Çanakkale'yi dolanırım dedim. Sen bilirsin biz çok denedik olmadı dediler. Arabamı yükledim, İzmit’i pas geçtim, çünkü orda aynı malları yapan başka bir firma vardı, ona zarar vermek istemedim. Sultanbeyli'den girdim. Kartal'da araba boşaldı, akşam olmadan Adapazarı'na döndüm, bende şaşırdım. Arabayı iş yerinin önüne çektim. Bölükbaşı ve iki oğlu dışarı çıktılar, bana niye geldin? diye sordular. Dedim mal bitti. İnanamadılar Abdulkadir'le Bilal arabanın arka kapağını açıp baktı, şaşkınlıkları yüzlerine vurdu. Seviniyorlar mı yoksa kendilerine mi kızıyorlar anlamadım. Hesapları teslim ettim, eve gidiyorum yarın Cuma namazından sonra gelirim dedim. Eve geldim, kimse beni beklemiyordu hem şaşırdılar hem sevindiler. Evim yurt gibiydi on kişilik aileydik Adapazarı'na geldiğimizde, bu yüzden çok çalışmam gerekiyordu. Sivas'ta da evimiz Adapazarı'ndan aşağı hiç olmadı. Manevi evlatlarım, talebeler, sürekli servise çıktığımdan dolayı, kendi evleri bilir, bende onlara hizmet ederdim. Kursların ihtiyacını karşılar, bedava kitap, bedava çarşaf dağıtırdık Ayşe hanımla. Ayşe hanımın asla hakkı ödenmez, kazan kazan yemek yapar, komşuları korur kollar, eve getirdiğim yetim olsun, talebe olsun hepsine annelik yapar, emeğini de hiç esirgemez, bir gün dahi bu konularda beni kırmamış aksine hep yanımda olmuştur. Bu yüzden olsa gerek, her kes gitti bir o bir ben kaldım. Her kesi büyütüp göndermiş ama bu seferde yıllardır torun bakmaya devam ediyor. Buda demek oluyor ki benim de hep çalışmam lazım. Hanıma destek için. Bu bizim ev hayatımız, sakın kimse sormasın, işin içinden çıkamazsınız. Zor muydu hayatınız derseniz, elbette zordu ama insan kazanmak bütün zorluklara değerdi. Biz Aya değil Güneşe yolculuğa karar vermiştik, eriyenler olsa da başaranlarda oldu. Neyse ikinci arabayı pazartesi yükledim Altunzade'de Yalıtaş'a kadar geldim. Yalıtaş İstanbul'a Ülker satıyordu. Onları ikna ettim, gitmişken benim malımı da satın dedim. İkna oldular malın tamamını Yalıtaş'a indirdim. Tayyip Erdoğan la ilk defa bu kadar yakın orada karşılaştık. Biraz sohbet ettik, aynı yolun yolcusu olunca, kader yolları bir yerde birleştiriyor. Yalıtaş'ın kapısının önünde yirmi civarı elli nc servis arabasına mal yüklüyorlardı. Benim getirdiğim malın tamamını arabalara dağıttılar. Biraz para iki çek aldım Adapazarı'na döndüm. Gerçekten ben bile hem mutluydum hem de çok şaşkındım. Bu rahmette inanıyorum ailemin, evdekilerin çok ama çok bana olan duaları var. Bu çalışmam Bölükbaşı ailesini hatta iş yerindekileri bile şaşkına çevirdi. Bir gün Bölükbaşı büyük bir hata yaptı. Beni Karadeniz servisine göndermek istedi, bende gerek yok İstanbul’a satıyorum dedim. Çocuklar Anadolu’ya gidecek, sen Karadeniz’i ver gelince İstanbul’u verirsin dediler, bende tamam dedim, Karadeniz’e gittim. Üç gün sonra geldim, iki gün istirahat ettim, malı yükledim İstanbul'a gittim. Birde ne göreyim kestiğim faturalardan, mal verdiğim toptancılara giderek bizi Mustafa abi gönderdi o artık Anadolu'ya çalışacak selamı var diye, bütün toptancıları doldurmuşlar, önümü kesmek içinde bana yazdıkları fiyatı yazmışlar. Morelim sıfıra indi, bir hafta eve gelmedim, ne Çanakkale bıraktım ne ege malı bitirdim eve geldim. Kimseye bir şey söylemedim. Bölükbaşına İstanbul'a mal götürdüğünüzü neden bana söylemediniz dedim, gülüştüler ne fark eder sen ben var mı, mal şişti gönderdik, sonrada sen devam edersin dedi. Dedim fiyat düşmüş, ondan haberim yok dedi. Tamam önemli değil dedim. Yer sizin mal sizin benim için fark etmez dedim ama içimden demedim. Pazar günü çocukların bir kısmını tırın arkasına attım , çocuklara haydi gelin biraz gezelim dedim. Niyetim Bursa idi, Bursa'ya doğru yola çıktım. Ora bura derken Yalova'ya Çiftlikköy’e kadar geldik. Her kes arabadan indi, gezerken bir villanın bahçesinde, Ülker’in müdürüne benzeyen birini gördüm. Yaklaştım Abidin bey diye seslendim, döndü aaa Mustafa bey nerelerdesin ne işin var burada, gel içeri gel dedi. Oturup çay içtik, durumu anlattım, yapılan çok zoruma gitti, güvenemediğim insanlarla iş yapamam , Sivas' a geri gidemem, bir kere çıktık Bursa'ya doğru gidiyorum, tanıdığım çok dedim. Sen Sivas'ta Ülker’i en çok satan adamdın, madem Adapazarı’ndan çıkacaksın, Yalova'ya gel Ülker sat, istersen bayilik sistemine geçilecek bayilik de alabilirsin, Ülker seni çok iyi tanıyor, araba ne var sende dedi. İlerdeki kasalı Ford dedim, o tamam onu bir şoför bul Yalova’dan Ülker’e gönder, araba çalışmaya başlasın dedi. Tamam mı dedi tamam dedim, bir daha tamam mı dedi tamam dedim. Ben karar verirsem geri dönmem tamam bana güvenebilirsin dedim. Yalova'ya karar kıldım. Eve geldik her kes yattı, ben balkona çıktım, 1986’nın Ekim ayı, henüz Adapazarı'na ısınamamışken kadere bak, aklımın ucundan geçmeyen Yalova göründü. Bir şeyler karaladığım defterimi aldım, gecelerle konuştum, hayatıma ben mi karar veriyorum, neler oluyor bu hayatta, iş sorunum yoktu ama onlar benim yüzüme gayet rahat bakıyorlardı, fakat ben onların yüzüne bakamazdım. Bu yüzden Adapazarı’nı terk etmeye karar verdim. Yalnız beni üzen, aileme çektirdiğim eziyetler. Yaş otuz gözü karalığın zirvesi, kendi bildiğini okuyan biri, o günlerde düşünemediklerimi bugün düşünüyorum da, ardımda bir sürü insan, bana güvenip yola çıkmışlar, benim ailem.
Meğer hiçbir şey benim değilmiş benim dediğim bedene hiçbir bedel ödemedim. Ne gözü almak için, nede kulağı, ne ana nede babayı, ben almadım, kainatın sahibi, Rabbim’den bize miras, sermaye, istediğin gibi kullan, hesabını vermek şartıyla. Allah'ın bana miras olarak bağışladığı, Merhametimden, çalışkanlığımdan, rızkımın bol olmasından dolayı, sıkıntısı olan bana geldi. Bende elimden geldiği kadar kimseyi kapıdan boş çevirmedim. Seksen darbesi öncesi hayatım, insani ve İslami olarak yoğun geçiyordu. Seksen sonrası, bütün hayatım alt üst olmuş, adeta kendimi salak gibi hissediyordum. Duramazdım, durmadım İslami söylemlerimin yerini, insani söylemlere bıraktım, başta spor olmak üzere her alanda faaliyetlerime devam ettim. İhtiyacı olanların dışında, bilerek, isteyerek, yürekten gelen tüm samimiyetimle, dava edindiğim kız öğrencileri, erkek öğrencileri, yatılı kız kuran kursu, futbol takımı derken, kendimi bu faaliyetlerin tam ortasında buldum. Bunların hepsini hiç kimseden bir lira yardım almadan yürütüyordum. Sivas İmam Hatip Lisesi’nin yapımına öncülük ettim. Annesiz ya da babasız kalan birçok çocuğun elinden tuttum. Baba şefkati yetim kalan evim doldu taştı, evlilikte ben hata yaptım. Rabbimi dinlemedim, sizin için bir hayırlı diyorsa, başka söze ne hacet, bu yüzden hem Rabbimi hem de birilerini çok üzdüm, kimseyi suçlamayın, suçlu benim başaramadım. Meğer şeytan kendine giden yolu, iyi niyet taşlarıyla döşermiş. Önce Rabbim’den çok özür diliyorum, ömrümün geriye kalan zamanı içinde, emrinden çıkmayacağım. Başıma taşlar yağsa, etlerim lime lime doğransa, isyan etmeyecek sadece beni affet diyeceğim. Ayrıca üzdüğüm her kesten özür diliyorum, geçmişi geri getirip tamir edemem. Benim size olan ne kadar hakkım varsa hepsi koşulsuz helal olsun, beni nasıl görüyorsanız ondanım, iyi görüyorsanız artırmak, kötü görüyorsanız ömür boyu temizlemek için elimden geleni yapacağım. Yeter ki siz benden dolayı günaha girmeyin. Sizlerden helallikte istemiyorum, sizler bana hakkınızı helal etmeyin, etmeyin ki gevşemeyim. Çok sevap kazanmak için çok gayret edeyim. Edeyim ki ahirette size lazım olursa benden alın. Ben yanayım yeter ki siz yanmayın.
Her insanın çöplüğü olduğu gibi, benimde çöplüğüm vardır, sizi bilmem amma benim gül bahçemde var. Nerede gezmek isterseniz siz karar verin. Demek istiyorum ki örtün, kimsenin günahlarını araştırmayın, yoksa kendi günahlarınızı göremezsiniz. Başkasının getirdiği haberi de yaymayın, yanlış görmüş ya da iftira etmiş olabilir. Bizler aynı topun kumaşlarıyız, yok birbirimizden farkımız. Kimseye demem yüzün kara, çünkü benimki senden kara. Buna rağmen hâlâ fitne çıkaranlar, kendi günahlarını başkalarına yükleme peşinde olanlardır. Halbuki her kes kendi günahını çekecek. Kimse merak etmesin. Yetmiş yıllık ömrümde yanlış yapmamak üzere yaşadım. Sivas’tan kimseyi kırmadan dökmeden, ayrıldım. Varsa hatam, elbette vardır, çünkü ben melek değilim insanım. Elimde olmadan olmuştur, fark ettiklerimi hemen telafi etme yoluna gitmiş, fark edemediklerimi de çok iyilik yaparak içimi rahatlatma yoluna gitmişimdir. Onuruma dokunulmadığı müddetçe özür dilemesini kabul eden biriyim. Kibirli insanlar hariç, onlardan asla özür dilemem, çünkü kibirli insanlardan özür diledikçe kibirlerinin arttığını gördüm. Merhametli olanlardan, mazlum olanlardan, ahlaklı kadınlardan, ahlaklı erkeklerden, bütün çocuklardan, yanlış yola düşmüş, düşürülmüş gençlerden, onlara ulaşamadığım için, kurtaramadığım için, binlerce özür diliyorum, binlerce. Gelebildiğim kadar geleceğim, koşabildiğim kadar koşacağım, ulaşabildiğim kadar ulaşacağım, Rabbim’in huzuruna eli boş gitmek istemiyorum. Ulaştıklarım sizde boş gitmeyin, gitmeyin ki onlar da bizim gittiğimiz yere elleri boş gelmesinler. Otuz yaşıma kadar Sivas'ta insanlığa hizmet ettim, bir hata yaptım ya da yaptırdılar, yetmiş yaşıma kadar insanlığa hizmete devam ettim, hâlâ etmeye çalışıyorum. Rabbim affetsin diye. Ben Yalova'ya elim boş gelmedim, yüreğimle, sevgimle, samimiyetimle, geldim. Unutulmaz dostlarımı Sivas'ta kazandıysam burada da kazanmaya geldim. Kazandım mı? Haftaya artık Yalova.


