Seçime çok az bir zaman kaldığı için, doğal olarak dikkatler seçime odaklanmış durumda. Bu nedenle de, seçimle ilgili olmayan bir yazının bu hafta dikkate alınması biraz zor. Ama günlük siyaset tartışmalarını gazete köşesine taşımayı uygun görmediğimden yine farklı bir konuda yazmak istedim. Bahsetmek istediğim konu, ‘Tarımda Pestisit Kullanımı’.
Çevremizdeki kanser vakalarının arttığını gözlemliyorum. Mevcut istatistiklerden yola çıkarak yapılan hesaplarda, önümüzdeki 30 yılda kanserli hasta sayısında %50 oranında artış olacağı ifade ediliyor. Kanser başta olmak üzere, hastalıkların bir çoğuna yol açan ana etmenin çeşitli üzüntüler olduğuna inanıyorum. Bunun ardındaki ana nedenin de, dünyaya egemen sistemin bizleri her alanda sürüklediği rekabet olgusu olduğunu sanıyorum. Bunu doğamızdaki hayvani yanımızı tahrik ederek yapıyorlar (bence). Bu kaderimiz değil ama bugün itibariyle, yaşama bakış şeklimizi (kastım ortalama bir bakış) son derece doğal (?!) gördüğümüz için, bu döngüden çıkamıyoruz. Ancak birkaç yüzyıl içinde insanoğlu bunu fark edip, bugün peşinden koştuğu şeylerin tamamına yakınını çöpe atacak ve bu gönüllü esaretten kurtulup, özgür ve sağlıklı bir hayata yönelecek düşüncesindeyim…
*****
Kanser ve benzeri pek çok hastalıkta en önemli etkenlerden birinin üzüntü olduğuna inanmakla birlikte, bunun tek sorumlu olmadığını da tabii ki biliyorum. Bence ikinci sıradaki etken kirlilik. Yani hava, su, toprak kirliliği. Bu da yine egemen sistemin kamçıladığı arzularımızdan kaynaklanıyor. İhtiyacımız olduğunu zannedip, gerçekte hiç de ihtiyacımız olmayan o kadar çok şey istiyoruz ki, bunları elde edebilmek uğruna dünyada yarattığımız kirlilik hiç umurumuzda olmuyor. Sadece çarkların en tepesindekiler için değil bu sözüm, aşağıdaki sıradan personel de konuyla böyle bakıyor (bence). Kirliliğin yarattığı sağlık sorunları için de, sigara gibi günah keçileri üretilmiş (Baha sigara konusuna sıkça vurgu yaptığı için bunu fark edebildim, yoksa edemezdim)…
*****
Beslenmeyi ise sağlığımızı bozan faktörlerde üçüncü sırada görüyorum. Pestisit (Tarım Zehiri) konusu işte burada karşımıza çıkıyor. Beslenmeyle ilgili meseleler tabii ki pestisitten ibaret değil. Hatta bu sorunların içinde pestisitin çok büyük bir ağırlığı da olmayabilir. Ama meselede payı olan faktörlerden biri o. Üzüntü ve kirlilik meselelerinde olduğu gibi, beslenme konusundaki sıkıntıların da kaynağı bence yine dünyaya egemen düzen ve beyinlerimizi gönüllü olarak bu düzenin emrine vermiş olmamız. Belki Hayrettin Karaca gibi istisnalar dışında, düzen karşıtı gibi görünenlerde dahil, neredeyse hepimizin az ya da çok bu durumda olduğumuzu düşünüyorum. Doğru diye bellediğimiz fikirlerin önemli bir kısmı, bu çukurun içinden çıkamamamıza yol açıyor…
*****
Avrupa Birliği’ne ihraç ettiğimiz meyva ve sebzelerde 613 kez sorun saptanmış, bunun 405’i pestisit kaynaklı, diğerlerinde ise aflatoksin vb var (2021 verileriyle). Bu ihracatlarda eminim ki titizlenilerek bu tür durumlarla karşılaşılmamasına azami özen gösterilmiştir. Buna rağmen 613 kere yaşanmış bu durum. AB tarafından rapor edilen riskli gıdalar listesinde 613 bildirimle Türkiye birinci sırada yer alıyor ne yazık ki. Türkiye’yi 383 bildirimle Hindistan ürünleri, 331 bildirimle Çin ürünleri izliyor. Bu olumsuzluk, ülkemizin AB’ye meyva-sebze ihracatının diğer ülkelere göre daha fazla olmasından kaynaklanıyorsa eğer, bu biraz yüreğimize su serper, yani deriz ki, biz çok satıyoruz dolayısıyla problem çıkma sayımız da aynı oranda artıyor. Durum böyle mi bilemiyorum. Böyle olması dediğim gibi biraz üstümüzdeki yükü azaltır ama yine de büyük bir problem olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
İhraç ettiğimiz ülkeler tetkik yapıyorlar, peki iç piyasadaki tüketim yani bizlerin çarşı-pazardan aldığı ürünler tetkik ediliyor mu? Yetkililere sorsak, tabii ediliyor diyeceklerdir. Ancak bu tetkikler şeffaf şekilde kamuoyuna sunulmadığı için, yeterince titizlik gösterildiğine inanabilmemiz biraz zor. Yurt dışından iade edilenlerin ne yapıldığı sorusu da ayrı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (ki üstünde pek çok şaibe olmasına rağmen, elde daha derli toplusu olmadığından referans almaya mecbur kaldığımız bir kurum); ‘Son Derece Tehlikeli’, ‘Yüksek Seviyede Tehlikeli’ ve ‘Muhtemelen Kanserojen’ şeklinde nitelendirdiği 13 aktif maddeden 9’u ülkemizde hala yasaklanmamış. Umarım önümüzdeki seçim sonrası dönemde, toplum sağlığı alanındaki sorumlular, meselelerin dibindeki kök nedenlere inerek çözümler üretmeye çalışırlar. Böyle umuyor ve diliyorum…