
Son zamanlarda gündemimize yeni bir kavram girdi: Nadir Toprak Elementleri. İlk nadir toprak elementi, 1787 yılında İsveç'in Ytterby köyünde keşfedilmiş, yani kavramın geçmişi 200 yıldan fazla ama son aylarda gündemde kapladığı yer hızla artıyor.
Nadir toprak elementleri, periyodik tablodaki lantanit serisini oluşturan 15 elementten meydana geliyor. Bu aileye skandiyum ve itriyum da katılmasıyla sayı 17’ye çıkıyor. Nadir olarak adlandırılmalarının nedeni, gerçekten az olmalarından değil; doğada genellikle dağınık ve seyrek halde bulunmalarından.
Nadir toprak elementleri yerkürede düşük konsantrasyonlarda geniş bir alana yayılmış durumda. 160'tan fazla mineralde bulunmakta. Ekonomik işlenebilir mineral sayısı ise oldukça az. Dünya genelinde üretiminin %95'i bastnazit, monazit ve ksenotim olmak üzere üç mineralden sağlanmakta...
*****
Nadir toprak elementleri cam ve seramik sanayi, metalürji sanayi, lazer üretimi, mıknatıs üretimi, petrol katalizörü ve ileri teknoloji cihazların üretiminde yaygın olarak kullanılmakta. Nadir toprak elementleri günümüzde; hibrid arabaların, elektrikli taşıt araçlarının, rüzgâr türbinlerinin, güneş enerjisi panellerinin, MR makinelerinin ve birçok temiz enerji teknolojisinin temel unsuru niteliğinde. Birçok yeşil enerji teknolojilerinde gerekli olmalarından dolayı yeşil elementler olarak da biliniyorlar.
Telefon, televizyon, bilgisayar, otomobil; hepsinin içinde az da olsa nadir toprak elementleri bulunuyor. Akıllı telefonda yaklaşık 8 ila 12 farklı nadir toprak elementi yer alıyor. Rüzgâr türbinlerinden elektrikli araç motorlarına kadar uzanan enerji dönüşüm sistemleri de bu elementler sayesinde çalışıyor. Genel olarak nadir toprak elementleri teknoloji çağının en stratejik hammaddeleri.
Enerji dönüşümü, aslında sermayenin yön değiştirmesi. Yani fosil yakıtlardan “yeşil enerjiye” geçerken, sömürü biçimi de dönüşüyor. Artık petrole değil, neodimyuma, terbiyuma, lantana muhtacız...
*****
Dünya toplam Nadir Toprak Elementi (NTE) rezervi: Yaklaşık 130–150 milyon ton civarında. Çin: 44 milyon ton (dünyanın yaklaşık %30–35’i), Brezilya: 22 milyon ton, Rusya: 21 milyon ton, Avustralya: 4,2 milyon ton, Vietnam 3.5 milyon ton, ABD: 2,3 milyon ton, Grönland: 1,5 milyon ton, Myanmar: 1,2 milyon ton. Bunlar cevherin içindeki 'Nadir Toprak Oksidi' miktarları yani saf NTE miktarları.
Türkiye: Yaklaşık 694 milyon ton cevher (Eskişehir'de), ama bu NTE içeren cevher miktarı; içindeki saf NTE oranı çok düşük (yaklaşık %0,2–0,3). Yani 694 milyon ton cevherin içinde yaklaşık 1,4–2 milyon ton civarında nadir toprak oksidi olduğu tahmin ediliyor. Yani Türkiye en çok NTE rezervine sahip ülkeler arasında ilk 10 içinde gibi görünüyor. Ancak Türkiye'deki rezervin 12,5 milyon ton olduğunu, dolayısıyla da, Çin'den sonra ikinci en büyük rezerve sahip olduğumuzu iddia edenler de var...
*****
Nadir toprak elementleri konusunda Batı ülkeleri, “ellerini kirletmemek” için kendi ülkelerindeki rezervleri çıkartmak istemiyorlar. Avrupa’da, Kanada’da bu elementler yok değil ama çıkarılmıyor. Çünkü bu iş doğayı kirletiyor: asitli atıklar, radyoaktif kalıntılar, ağır metal sızıntıları… Batı, kendi toprağını kirletmemek için üretimi Çin’e, Afrika’ya, Latin Amerika’ya bıraktı. NTE madenciliği çevreyi aşırı kirletiyor; asitli çözücüler, radyoaktif yan ürünler, devasa atık göletleri.
Avrupa’nın “temiz enerji” dediği rüzgâr türbinlerinde, elektrikli otomobillerde, bataryalarda kullanılan mıknatıslar ve alaşımlar Çin’in çevresini kirleten o madenlerden geliyor. Batı bugün “temiz enerjisini” kirli madenciliğin üzerine inşa ediyor…
İsveç’in Kiruna bölgesinde Avrupa’nın en büyük nadir toprak yatağı bulundu ama henüz kimse kazmayı vurmuş değil. Çünkü Avrupa Birliği çevresel ve toplumsal tepkilerden korkuyor. Kanada’da da durum benzer: potansiyel var ama kâr az, risk çok. Batı’nın tercihi açık: Madeni çıkaran “öteki” olsun, bizse teknolojiyi ve katma değeri üreten taraf kalalım. Bu sistemin çevresel bedelini de Çin’in köylüsü, Kongo’nun işçisi, Bolivya’nın çocuğu ödüyor…
*****
Türkiye bu tabloda tam ortada duruyor. Madeni bulduk ama işleme kapasitemiz yok; çevre koruma bilinci zayıf, sanayi altyapımız yetersiz. Yani hem “kirlenmek” tehlikesiyle karşı karşıyayız, hem de katma değeri yine başkaları alacak. Sadece rezerve sahip olmak yetmiyor; işlemeyi ve yüksek katma değer üretmeyi kontrol etmek esas. Aksi takdirde, kaynak zenginliği yerine sömürü alanı haline gelme riski var.
Türkiye’nin elindeki nadir toprak elementleri, sadece “rezerv” olarak kalmamalı; katma değere dönüşmeli. Bunun için üç ana yol var:
-- Yerli Ar-Ge ve Teknoloji Yatırımı: Cevheri sadece çıkarmak yetmez; ileri arıtma, alaşım ve mıknatıs üretimi için tesisler kurmak şart. Bu, dışa bağımlılığı azaltır ve ülkeye ekonomik değer kazandırır.
-- Çevre Dostu Madencilik: Asitli atıklar, radyoaktif yan ürünler ve doğa tahribatı önlenmeli. “Kirli üretim” yerine, çevre dostu ve sürdürülebilir yöntemler uygulanmalı.
-- Geri Dönüşüm ve Yeniden Kazanım: Akıllı telefon, bilgisayar ve bataryalardaki NTE’lerin geri kazanımı hem ekonomik hem de çevresel olarak avantaj sağlar. Japonya’nın geri dönüşüm stratejisi örnek alınabilir.
*****
Çin’deki örnekler, kontrolsüz madenciliğin ciddi çevresel tahribata yol açabildiğini gösteriyor; sonuç: ekosistem hasarı, yerel halkın sağlık sorunları, tarımın bozulması. Türkiye’de hızlı bir madencilik hamlesi planlanıyorsa sıkı çevresel denetimler, şeffaf etki değerlendirmeleri ve 'yerel rıza' mekanizmaları, bence çok gerekli.
Kötü senaryo: Türkiye cevheri çıkarır, rafinasyon ve mıknatıs üretimi Çin’de yapılır; Türkiye sadece düşük fiyatlı konsantre satar.
İyi senaryo: Türkiye yatırım yapıp; (1) konsantrasyon tesisleri, (2) kimyasal rafinasyon, (3) mıknatıs/komponent üretimi ve (4) ileri Ar-Ge (üniversite-sanayi işbirliği) kurar. Bu, halen kısa vadede yüksek yatırım ve uzmanlık gerektirir ama orta-uzun vadede istihdam, teknoloji transferi ve sürdürülebilir gelir sağlar…
*****
Kamu kontrolü ile kademeli açılım: İlk aşamada hammadde çıkarımı kamu veya kamunun sıkı denetiminde şirketler tarafından yapılmalı; yabancı sermaye yalnızca belirli teknoloji transferi ve ortak üretim şartıyla kabul edilmeli.
Yerinde işleme zorunluluğu: Konsantre satışı değil, belirli oranda rafine ürün çıkarma zorunluluğu getirilerek katma değerin yurtiçinde kalması sağlanmalı.
Sıkı çevresel ve sağlık standartları + tazmin mekanizmaları: Madencilik izinleri ağır ÇED süreçlerine bağlanmalı; radyasyon ve kimyasal atık yönetimi kesin kurallara tabi tutulmalı; yerel halka tazmin ve sağlık garantisi verilmelidir.
Ar-Ge ve eğitim yatırımı: Üniversite-sanayi işbirlikleri, mıknatıs/komponent üretimi için teknoloji eğitimleri desteklenmeli.
Geri dönüşüm & döngüsel ekonomi: Elektrikli araç bataryaları, mıknatıs içeren ürünler geri kazanım altyapısı kurularak uzun vadeli hammadde bağımlılığı azaltılmalı.
*****
Türkiye, doğru adımları atarsa, nadir topraklarını hem çevreye zarar vermeden hem de kendi ekonomisine değer katarak geleceğe taşıyabilir...


