
Sevgili dostum.
İnandığım İslam bana şöyle diyordu.
Öyle bir noktaya geldin ki, hayat hikâyenin bundan sonraki bölümünde, giriş tamamlandı, gelişme ise ömür boyu devam edecek, bitmeyecektir. Noktayı son nefesle Rabbin koyacak. Sen sana düşeni yap, gerisini Allah'a bırak. Bu duygu ve düşünceler öncülüğünde, iki günü birbirine eşit olmayan, hayat kurmaya, virgülü olan, noktası Allah'a bırakılan bir ömür yaşamaya karar kıldım nokta. Yirmili yaşlarda akşam orta okulu biter bitmez, yine Sivas akşam ticaret lisesine kaydoldum. Artık lisede okuyacaktım. İlk okulun bile değerli olduğu o günlerde, lise mezunu olmak bile benim için çok önem arz ediyordu. Mutluydum çünkü içimde bir sızı olarak yaşayan okuma hayalimi, en azından gecede olsa, geçte olsa, istediğim gibi olmasa da yerine getirmenin huzuru içindeydim. Okul bana bir katacaktı ama ben okula iki katmam gerektiğine inanarak okula başlamak istiyordum. Çünkü beni anlayabilecek gençlik okuldaydı. Gündüz bakkallara, toptan bakkaliye malı satıyor, akşam okula gidiyordum. Hem okuyor hem çalışıyordum. Okumam iş hayatımı etkilemediği gibi, çalışmam da okul hayatımı etkilemedi. Hatta bütün derslerimden on üzerinden on alıyor, dokuz veren hocaya itiraz ediyordum. Bu başarım öğretmenlerimle, hocalarımla hangi fikirden olursa olsun, bir samimiyet bir bağ kurmaya vesile oluyordu. Sınıf arkadaşlarıma da sağcı, solcu, alevi, Sünni ayırımı yapmadan, derslerinde yardımcı oluyor, hatta bazen kopya veriyor, bazen de evlerine gidip ders çalıştırıyordum. Başarılı bir öğrenci olduğum gibi, bir o kadarda işimin ehliydim. Bu başarıyı bana, iyi insanlarla oturmak, İslam-i değerleri olan insanları sevmek, onlarla sohbet etmek, kitap okumak, kafama takılan ya da bilmediğim bir konuyu araştırmak, ya da bir bilene sormak sağladı. Kendine güvenen, disiplinli ve düzenli bir hayatı olan, akıncılar derneğinde tefsir derslerine katılan, gençlere kitap okuyan, talebe birliğinde fikir münazaralarına katılan, bazı akşamlar ev sohbetleri yapan biri olarak, donanımlı bir şekilde, liseye başladım. Lise hayatım beni zorunlu olarak siyasetin içine çekti. Bana göre siyaset yani idareci olmak, büyük hayaller barındıran, büyük bir kitlenin sorumluluğunu taşıyan liyakat sahibi kişilerin işiydi. Ben olamasam da olanlara destek olmak ya da liyakatli insanları yetiştirmek için mücadele edecektim. Benim tek derdim vardı, bir insana dokunmak, bir genç kazanmak, bir gencin yanlıştan doğruya dönmesini sağlamaya vesile olmaktı. Mesele Rabbimin huzuruna eli boş gitmemek, tabutumu dört inanmış adamın taşımasıydı. Bu yüzden olacak ki ruhuma ve düşüncelerime tercüman olan, rahmetli Erbakan hocamızın bütün mitinglerine gitmeye başladım. Neredeyse tamamına yakını Müslüman olan bir ülkede, kardeş kavgalarının hiçte inancımıza uymadığını, bu işte bir bit yeniği var sözünü önüme gelen, her gence anlatmaya onları düşünmeye davet ediyordum. İslam’ı adil düzen olarak anlatıyor, siyaseti amaç değil araç olarak kabul ediyor, her gittiğim evde, düğünde hatta cenazede İslam’ın sadece namaz dini olmadığını, dinimizin simgesi olan camilerden, İslam’ın dışarıda çıkması gerekli olduğuna inananlardan biriydim. İnancımız, imanımız, ahlakımız özellikle şuurumuz gelişmedikçe, bağımsız olamayacağımızı, kinimizi, nefsimizi, ırkımızı terbiye etmedikçe milli olamayacağımızı, komşusu açken tok yattıkça da İslam’dan bir haber olacağımızı, sokakta, işte, okulda, camide her yerde anlatıyordum. İslam sadece imamların sırtına yüklenecek din değil, tüm inananların görevli olduğu, her Müslümanın imam olduğu bir dindi. İslam dini sosyal adaleti sağlayan, kıyamete kadar sürecek olan bir hayat sistemi olduğunu, yer yüzündeki bütün adaletsizliklerden sorumlu olduğumuzu, inananlar olarak, böyle inanmak zorunda olduğumuzu anlatıyordum. Bu yüzden de güçlü bireyler olmamızı ve yetiştirmemizi anlatıyordum. Sadece anlatmıyor aynı zamanda yaşamaya da gayret ediyordum. Elimden geldiği kadar insanların ihtiyaçlarına yardımcı oluyor, imam hatip okulu başta olmak üzere, İslam-i ve insani kurum ve kuruluşlara desteğimi hiç eksik etmiyordum. Gençlere şuur aşılamak adına yüzlerce kitap dağıttım. Bu duygu ve düşüncelerle liseye başladım. Başlar başlamaz beni Milli Türk Talebe Birliği okul başkanı yaptılar. Bende görevimi layıkıyla yerine getirmek için, her sınıftan bir arkadaşı MTTB sınıf başkanı yaptım. Okulda akşam namazlarını bir sınıfta beraber kılıyor, bazı günler dışarda bir araya geliyor, fikir ve düşüncelerimizi geliştiriyor, İslam’a uymayan, hal ve hareketten kaçınıyor, kötü sözden kavgadan uzak duruyor, inandığımız İslam ile gerçek İslam’ın aynı olması için, gayret ediyorduk. Çünkü savunduğumuz İslam’ın içinde olmalıydık. Bizim yüzümüzden İslam’a yanlış bir söz söylensin istemezdik. Liseye okumaya gelmiştik ama en çok siyaset konuşuyorduk. Ne zaman İslami kavramlardan, ahlaktan, edepten, şirkten abdestten, namazdan bahsetsek, konu gelip siyasete dayanıyordu. Sağcılık solculuk zirve yapmış, bir taraf bağımsız Türkiye diye bağırırken, diğer taraf ise milliyetçi Türkiye diye bağırıyor, bağırmakla kalmıyor bazen sopalar havada uçuşuyordu. Bunlar bizim arkadaşlarımız komşularımız, hatta akrabalarımızdı. Neyi paylaşamıyor ne demek istiyorlardı. Hem bağımsız hem milliyetçi olamazlar mıydı? Kavga neyi halledecekti, iki tarafa da hem İslam’ı anlatıyor, hem de yanlış yaptıklarını söylüyordum. Fakat o kadar kavram kargaşaları vardı ki, İslam’ı okuldaki gençlere mi namaz kılan babama mı yoksa, cami cemaatine hatta imama mı anlatsam bilemiyordum. Çocukların birbirine düşman edildiği, babalarınsa karışmadığı, ya da karıştırılmadığı bir hayatın içinde, yaşlılara selam veriyor, gençlerle bir araya geliyor, gerici denilen Müslümanların inandığı İslam’ın, insanlığın tek umudu, tek kurtuluşu olduğunu sürekli anlatıyordum ve davamda samimi idim. Doğruya ulaştığınızda, kendinizi ve çevrenizi yanlışların içinde bulabilirsiniz. Doğruyu bildiğiniz halde, büyüklerinize hatta arkadaşlarınıza bile anlatmayarak, yanlış yaptığınız ve bunun sıkıntılarını yaşadığınız bir ortamdaydınız artık. Ben bu ortamda yaşamak, kardeşlerimi uyandırmak için elimden ne gelirse yapmaya karar verdim. Asla art niyet taşımıyor, genç arkadaşlarla bir bir konuşuyordum. Okul hayatım böyle devam ederken, mahallemdeki çocukları, ihmal etmiyor onlarla top oynuyor, kitap okuyor, beraber camiye gidiyorduk. Onlardan bir futbol takımı oluşturmak için kolları sıvadım. Mahallemizden ve çevremizden, birde imam hatip okuluna yeni başlamış çocuklardan otuza yakın kadro kurduk. Antrenmanlara başladık, çayır çimen derken, kendimizi futbol sahasında bulduk. Maçlar alıyor çok iyide arkadaşlık kurmuştuk. Toplanma yerimiz olarak Atölye Camii’nde toplanıyor, kuran okuyor, ders yapıyor, sonra maça gidiyorduk. Ben o zamanlar yirmili yaşlarda iken, takım on ila on bir yaşlarından oluşuyor, bir iki tane birkaç yaş büyük yardımcımda olmuştu. Artık biz bir takımdık. Bizim bu başarımız ve hayatımız, yine benim gibi düşünen Volkansporlu arkadaşların dikkatini çekmiş olacak ki, bana birleşme teklif ettiler. Ondan sonra sahaya Volkanspor olarak çıktık. Volkan sporda başka bir hikaye başlamıştı. Bu hikaye hâla devam ediyor, bitmeyecek. Bin bir masallar biter bizim arkadaşlığımız devam eder. Çünkü içinde zerre kadar şahsi menfaat olmadı olmayacakta. Sivas Volkanspor’un hayatı haftaya inşallah. Hoşça kalın dostça kalın.


