
Geçtiğimiz günlerde İklim Yasası, TBMM gündemine alındı, 4 maddesi geçti, sonra yasa geri çekildi ve komisyona geri gönderildi.
Yasa adından da anlaşılacağı gibi, dünyadaki iklim değişimi ile ilgili. İklim değişimi denen şey, biliyorsunuz, dünya genelinde hava sıcaklıklarının artması ve hava olaylarının değişmesi demek. Bu değişimin en büyük nedeninin de, sera gazlarındaki artış olduğu ifade ediliyor.
Sera gazlarının şu nedenlerle artmakta olduğu iddia ediliyor:
1- Fosil yakıt kullanımı (kömür, petrol, doğalgaz): Fabrikalar, araçlar, enerji santralleri…
2- Ormansızlaşma: Ağaçlar karbonu tutar, kesilince bu denge bozulur.
3- Tarım ve hayvancılık: Özellikle büyükbaş hayvanların çıkardığı metan gazı.
4- Sanayi ve atıklar: Üretim süreçleri ve çöplerden çıkan gazlar.
Dünyanın üzerini görünmez bir sera battaniyesi gibi örten bazı gazlar gitgide yoğunlaşıyor. Güneşin ısısı içeri giriyor ama çıkamıyor. Tıpkı serada domates yetişir gibi, dünya da ısınıyor.
Bu da:
1- Buzulların erimesi,
2- Deniz seviyesinin yükselmesi,
3- Aşırı hava olayları (sel, kuraklık, sıcak dalgaları), şeklinde kendini gösteriyor...
*****
Bu yukarıda yazdıklarım, dünyadaki hakim bilim dünyasının çok büyük oranda kabul ettiği argümanlar. Bunun aksini iddia eden kesimler de söz konusu. Mesela Trump, yukarıda iddia edilen iklim değişimi argümanlarının tamamen yalan olduğunu iddia ediyor. Tabii ki Trump yalnız değil, bu konuda onunla aynı fikirde olan, ünlü veya ünsüz, pek çok isim var. Yıldız, Trump ne diyorsa aksi doğrudur diyor. Baha ise İnsan Kaynaklı İklim Değişimi bir yalandır iddiasını dikkate değer buluyor. Baha, hem insan eliyle bir İklim Değişimi vardır diyenlerin, hem de yoktur diyenlerin, ikisinin birden farklı sermaye çevreleri tarafından fonlandığını söylüyor. İklim değişimi yoktur diyenlerin finans kaynağı Fosil Yakıt lobileri. Vardır diyenlerin arkasında da, Nükleer Enerji ve Yenilenebilir Enerji (güneş, rüzgar gibi) lobileri var.
Türkiye'deki ve dünyadaki solun, bilimin (ve üniversitelerin) tamamen objektif çıkarımlar ürettiği zannını, oldukça saf bir değerlendirme olarak görüyorum. Yalova'da Termik Santral kurulmadan önce, Uludağ Üniversitesi rektörüne giden heyete, rektörün verdiği, 'olumlu da, olumsuz da rapor hazırlamak mümkün' yanıtı çok çarpıcıdır. Yaşamın hemen hemen tüm konularında, zıt görüşlerin dayanacağı pek çok veri bulmanın mümkün olduğunu düşünüyorum…
*****
TBMM'ne gelen yasa teklifine, konuyla ilgili 2 zıt görüşün taraftarlarının hepsi birden karşıydı. İnsan eliyle bir İklim Değişimi gerçekleşmektedir görüşünü savunanlar (özellikle sol kesim), yasanın çok yetersiz olduğunu söyleyerek karşı çıkıyordu. İnsan eliyle İklim Değişiminin varlığına şüpheyle bakanlar ise (Abdurrahman Dilipak, Yusuf Kaplan, Sema Maraşlı, Erkan Trükten, Serdar Arseven, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi vb), yasanın Türkiye'de yaratabileceğini iddia ettikleri tahribatlar nedeniyle yasaya karşıydılar.
Yasanın gündeme gelmesinin ana nedeninin Avrupa ile olan ticari ilişkiler olduğunu zannediyorum. Türkiye için iklim meselesi ekonomik ve ticari bir zorunluluğa dönüştü. AB’nin 2019’da açıkladığı Yeşil Mutabakat, bu zorunluluğu belirgin hâle getirdi. Özellikle 2026’da uygulanmaya başlayacak Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), dış ticaretinin büyük kısmını AB ülkeleriyle yapan Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Bu mekanizma kapsamında, AB’ye ihraç edilen demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektrik gibi karbon yoğun ürünler için artık karbon maliyeti ödenecek. Bu sektörler Türkiye’nin ihracatında ciddi paya sahip. Örneğin, demir-çelik ihracatının yüzde 40’tan fazlası, alüminyum ihracatının yaklaşık yüzde 50’si ve gübre ihracatının neredeyse yüzde 49’u AB ülkelerine yapılıyor…
*****
İklim Değişimi vardır diyen STK'ların (özellikle Çevre Derneklerinin), karşı çıkma nedenleri şunlar: Öncelikle iklim değişikliğiyle gerçek anlamda mücadeleye yönelik somut ve bağlayıcı düzenlemeler eksik. Örneğin net sıfır emisyon hedefi için yasa metninde bir tarih verilmiyor ya da fosil yakıtlardan çıkışa dair bir düzenleme yapılmamış. Sektörel emisyon azaltım planları, karbon tavanları, sosyal etki değerlendirmeleri gibi unsurlar ise ya hiç yok ya da oldukça muğlak. Bir diğer eleştiri noktası, tasarının büyük kısmının ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) kurmaya odaklanması. İklim krizine dair bütüncül bir yaklaşım yerine, yeni bir piyasa oluşturmak önceliklendirilmiş izlenimi doğuyor. Ayrıca karar alma süreçleri oldukça merkeziyetçi kurgulanmış. Bilim insanları ve sivil toplumun katılımı neredeyse yok denecek kadar az…
*****
Diğer kanadın başını çekenlerden Abdurrahman Dilipak ise şunları söylüyor: “İklim Kanunu, bizim için Covid’ten daha büyük bir beladır. Biz bu belayı şu anda da yaşıyoruz. Nasıl yaşıyoruz? Bakanlık tamimleri ile yaşıyoruz. Çünkü Kyoto ve Paris’te anlaşmalara imza konuldu. O günlerden bugünlere İklim Kanunu’nun içeriği aslında uygulanıyor. Kanun bu uygulamalara yasal çerçeve sunmak için çıkarılmak isteniyor. Bu kanun ile birlikte çıta daha da yükseltilecek. Karbon ayak izi bahane edilerek bir toplumun hayat damarları olan tarım, hayvancılık ve sanayi alanları çürütülecek. Karbon ayak izi bahane edilerek yürüdüğünüz mesafeye karışılacak, vergi istenecek. Kullandığınız arabaya, eve, tarım alanına karışılacak, mülkiyet kaldırılarak ortaklaştırılacak. Hayvan eti yememiz engellenecek, yerine böcek tüketmemiz istenecek. Dünyanın en az kazanan ülkelerinden biri olmamıza rağmen dünyanın en ağır vergilerini ödeyen milletiz. Verginin vergisi dahi alınırken bir de başımıza karbon vergisi çıkarılacak. Buna nasıl müsaade ediliyor, anlayamıyorum. Dünyada küresel bir güç trans hümanizm adı altında insanı ve insanlığı dönüştürmek istiyor. Bu dönüştürülen dünyada 8 milyarlık insan nüfusunu 500 milyona düşürmek istiyorlar. Sadece nüfus azaltma da değil, insanları çiplere entegre ederek yönetmek istiyorlar. Bu planları 2000’li yıllardan itibaren gerçekleştirmeye başladılar. Karbon ayak izinden dem vuranlar neden radyoaktif kirlenmeden, radyasyon kirlenmesinden söz etmiyorlar? Çünkü telefonlar vasıtasıyla bizi izliyorlar. Bizi artık insanlar izlemiyor sadece yapay zekalar izliyor. Yapay zekâ bizi denetliyor, belirli kelimeleri yararlı ve zararlı görerek bizi manipüle ediyor. Zaten beynimizi işgal ettiler. Sosyal medya ile kalbimizi işgal ettiler. Dünyanın bütün namuslu, bilgili, dürüst ve cesur insanlarının bu global tehdide karşı birleşmesi iş birliği yapması gerekir. Dünyadaki bu tehdide karşı en az direnç gösteren ülkeler İslam ülkeleridir. Batı'da hatta İsrail’de bile akıl ve vicdan sahibi insanlar çok daha direnç gösteriyorlar. Maalesef adına İslam ülkesi denen ülkelerde bu direnci göremiyoruz...''
*****
Dilipak'ı seversiniz, sevmezsiniz, dünyaya bakışını bir kenara koyarsak, ben onun üretken, zeki ve kendi içinde dürüst bir insan olduğunu düşünüyorum. Takıntıları olabilir ama bu takıntılar, tüm düşüncelerinin deli saçması birer komplo teorisi olduğunu bize ispatlamaz.
Covid aşıları konusundaki öngörüleri, meselenin anlaşılmaması için suyun sürekli bulandırılmasına rağmen, doğru çıktı gibi görünüyor. Tekrarlayan Covid salgınlarında artık aşı bahsi geçmiyor olmasından da bunu anlıyoruz. Hayatın pek çok alanında muhteşem alternatifler doğurma potansiyaline sahip kenevir de, ülkemizde neredeyse sadece Dilipak tarafından gündemde tutulmaya çalışılıyor…
Keşke, hiç bir önyargısı olmadan meseleleri tümüyle tarafsız olarak ele alabilecek; düşünürlerimiz, bilim adamlarımız, siyasetçilerimiz çoğalsa ve yolumuza ışık tutabilseler. Yüzyıllardır, bu tür insanların yetişmesine izin vermeyen bir sosyal iklimde yaşıyoruz. Şair demiş ya, 'iklim değişir, Akdeniz olur, gülümse...''


