Yaklaşık 100.000 yıllık bir sürecin 10.000-20.000 yıldır süren parçası olan (günümüzde de yaşadığımız) buzularası dönem ve geri kalan zamanda da buzulların ilerlediği dönem mevcuttur. Daha yakına baktığımızda ise 250 ila 500 yıllık sürelerde bir sıcak, ondan sonra da soğuk dönem yaşanmaktadır.
MÖ 4250 ve MÖ 2500 civarında iklim günümüzdekinden de sıcaktı, Antartika’nın en uç noktalarının iklimi belki patates ve çavdar tarımına yetecek kadar sıcak dahi olabilir. MÖ 3900 civarına kadar Sahra çölü ile Arabistan çöl değildi ve yeşildi, hatta o coğrafyada yaşayan insanlar vardı. MÖ 9700 yılına kadar da buzul çağındaydık ki bu tarih Platon’un Atlantis’in yokoluşu ile ilgili verdiği tarihle kabaca örtüşüyor. Bundan 200 yıl öncesine kadar mini buzul çağı denen dönemdeydik ve iklim günümüzden daha soğuktu; ve bu da kürk ihraç eden Rusya’nın çok işine yaramıştı. MS 1000 yılı civarında gene bir sıcak dönem ve ondan önce de bir soğuk dönem ve ondan da önce Roma dönemi sıcak periyodu vardı.
Tarihi kanıtlar çok eskiye gitmiyor. Mesela sahranın çölleşmesi gibi muazzam bir olayı tarihi kayıtlardan değil arkeolojiden öğreniyoruz. İletişim araçlarının gelişmiş olduğu günümüzde böyle bir şeyin nasıl bir paniğe yol açacağını düşünün. Günümüzde de Gulfstream’in çökmesinden bahsediyoruz; bu durum İngiltere ve İskandinavya’nın hızlı bir biçimde soğuması anlamına gelmektedir. Günümüzde Isınma ve Kuraklaşma tehdidinden bahsedilmektedir. Halbuki bütün kayıtlarda soğuma ve kuraklaşma; ısınma ile ise nemin ve yağmurların artışı birlikte gerçekleşmiştir. Buzul çağında ‘Mamut stepleri’ denen bir bitki örtüsü mevcuttu; yeteri kadar yağış olmadığı için ağaç yetişmiyor, ancak soğuk hava buharlaşmayı engellediği için yağışın azlığına rağmen otlar büyüyebiliyordu. Günümüzde iklim yeteri kadar yağışlı olduğu için mamut stepleri çok sınırlı yerlerde kalabilmiştir ve onun yerini tayga ormanları almıştır. Benzeri bir şekilde buzul çağında kuraklık sebebiyle ufak bölgelere sıkışmış olan ekvatoral yağmur ormanları günümüzde çok daha geniş alanda hüküm sürmektedir.
İnsanoğlu varolduğu süre boyunca birçok iklim döngüsüne şahit oldu ve değişim büyüdükçe medeniyetler için daha yıkıcı oldu. İnsan var olduğu sürece bunlar olacak. Aslında mevcut teknolojimiz bu tarz afetleri hasarsız atlatmamız için fazlasıyla yeterli. Fakat harekete geçmemiz şart; daha fazla vakit kaybetmemeliyiz.
Aslında küresel ısınma tezi ile ilgili ciddi problemler var. Bu konuda hem ‘Küresel ısınma vardır’ diyenler hem de ‘Küresel ısınma yoktur’ diyen kanadın bazı yolsuzlukları kamuoyuna sızmış durumda ve daha sızmayan kimbilir neler var böyle. İsterseniz ‘Climategate’ ve ‘Denialgate’ skandallarını araştırabilirsiniz. Yani bu alanda gerçekten kaliteli ve şaibesiz verilere ulaşmak hiç kolay değil. Zaten bir küresel ısınma var ise bazı ada ülkeleri suyun 1-2 metre altında kalabilir ama buna karşın mesela kuzey kanada ve sibirya gibi yerler de yaşama çok daha elverişli hale gelecek. Bunun da dışında eğer gerçekten bir küresel ısınma var ise okyanuslardaki buharlaşma artacağı için global anlamda yağmur miktarı artacak ve dünya iklimi de daha nemli olacaktır. Ama belki de küresel ısınma değil soğuma oluyordur ki küresel ısınma tezlerinin ilk versiyonları bir buzul çağının geldiği şeklindeydi ve böyle bir şey var ise bu çok daha ciddi bir problem olabilir. Ayrıca şu da var ki nedense günümüzde karbon şeytanlaştırılıyor. Halbuki karbondioksit yaşam için elzemdir çünkü besin zincirinin en alt halkası olan bitkiler fotosentez için karbondioksit kullanır. Ayrıca bir şey daha söyleyeyim: Modern, gelişmiş seralarda ürünlerin daha hızlı büyümesi için ortama günümüz atmosferindekinin iki katının üzerinde karbondioksit basılır. Yani daha çok karbondioksit demek daha hızlı büyüyen bitkiler demektir ve fotosentez olmaz ise atmosferimizin solunabilir olması için elzem olan serbest oksijen de olmaz çünkü serbest oksijen, dünyadaki sıcaklıklarda yenilenmediği müddetçe önünde sonunda bir şeyler ile birleşecektir. Fosil yakıtları zararlı yapan şey ise yandığı zaman ortaya çıkan azotmonoksit, azotdioksit ve sülfürdioksit gibi gazlar ile bunların da dışındaki ağır metallerdir. Bunlar gerçekten de zehirli ve zararlıdır. Ama nedense şeytanlaştırılan hep karbon oluyor. Ve ayrıca şu da var ki dünya düzeni mesela gerçek bir problem olan Thylacine meselesiyle ilgilenmek istemiyor çünkü ilgilenirse kamuoyu baskısıyla çıkarılmak zorunda kalınacak sıkı çevre koruma kanunları yüzünden sanayiler ve sanayiciler ciddi zarar görecektir. Ama neden ‘Karbon vergisi’ gibi şeylerle uğraştıkları hakkında bir sürü fikir üretebiliriz.
Günümüzde bir enerji ve temiz su krizinden bahsediliyor. Aslında olan şey enerji ve temiz su krizi değil, tam tersine fiyatların yükselmesi ve karlılığın arttırılması için yaratılmış suni bir kıtlık. Enerjinin ve temiz suyun ucuz ve rahat ulaşılabilir olmasının biz sıradan insanlar için pek çok faydası var ama bu durumda şu anda dünyada güçlü ve nüfuzlu pek çok kimse için bu durum bir kabus olacaktır. Tahmin ediyorum ki ilk aklınıza gelen fosil yakıt şirketleri olmuştur ama yenilenebilir enerji ve verimli enerji tüketimi ile ilgili teknolojiler ile uğraşanlar ve kazananlar da enerjinin ucuz ve bol olması durumunda ciddi şekilde zarar görecektir.
Tarihi kayıtlara baktığımız zaman Roma dönemi ve 1000 yılı civarı gibi iklimin ısındığı yüzyıllar bolluk bereket dönemleri olmuşken iklimin soğuduğu dönemler ise Jüstinyen vebası ve büyük veba salgını ile biraz öncesindeki devasa 1315-1317 kıtlığı gibi şeylerin olduğu geç orta çağ krizi gibi zamanlar olmuştur. Ama bununla birlikte balık populasyonlarının çöküşü ve Amazon gibi ormanların katledilmesi gibi gerçekten sorun olan şeyleri kesinlikle inkar etmiyorum. Malthus ve Darwin gibi zalim kuramcılar günümüz dünyasını şekillendirdi. Neden hiç sorgulamıyorsunuz? Neden hiç başka bir alternatifin daha olabileceğini düşünmüyorsunuz? Dünya gerçekten bize yetmiyor. Ama bunun nedeni kaynakların tükenmiş olması değil. Günümüz teknolojisinin ranttan arındırılmış bir şekilde tam kullanılabilmesi durumunda dünya birkaç trilyon nufusa bakabilir. Sorun günümüzde ulaşımın ve iletişimin birkaç yüzyıl öncesine kıyasla mucize seviyesinde hızlanmış ve kolaylaşmış olmasıdır. Filipinlerdeki birisiyle oturduğum yerden canlı konuşabiliyorum ve Vize alabilirsem uçakla bir günün altında bir sürede ABD’ye gidebilirim. Eskiden ise Yalova’dan Bursa’ya gitmek bir gün sürüyordu ve biraz daha mesafe gidip Konya’ya gitmem durumunda beni tanıyan kimse olmuyordu. Ayrıca günümüz dünyasının özellikle gelişmiş olarak tanımlanan yerlerinde her yerde kameralar var. Ve zaten sosyal medya ile ilgili neler neler konuştuğumuzu hepiniz biliyorsunuz. İşte bunlar gerçek sorun. Hong Kong, Singapur, New York gibi şehirler tıklım tıkış ama Sahra ve Sibirya gibi milyonlarca kilometre karelik yerler ise bomboş ve suni yaratılan enerji kıtlığını aşabilirsek buralar muhteşem yerlere dönüşebilir. Ayrıca bir de ülkelerin çıkarları gereği değerlendirilmesine izin dahi verilmeyen bir Antarktika gerçeği var. Buzsuz yerleri ile Nunataklarda muazzam şehirler kurabiliriz. Bir de hatırlarsanız Marmara’da müsilaj problemi olmuştu. Aslında Müsilaj, nereden baktığınıza bağlı olarak bir lanet veya bir fırsat olabilir. Müsilajı maden cevheri, tarımda gübre ve fosil yakıtlar gibi yakıt olarak kullanabiliriz. Neden bunlar hiç aklımıza gelmiyor? Mesela piroliz edilirse müsilajdan neler neler ortaya çıkarılabilir. Ve ayrıca bunu yer kabuğunda yeterince derine gömmek şeklinde de yapabiliriz çünkü zaten derinlik arttıkça yerkabuğunun ısısı artar. Bu yüzden derin madenlerde işçilerin çalışabilmesi için ısıyı düşürecek sistemlere ihtiyaç vardır. Ayrıca kanalizasyon atıklarımızı da minimum çabayla fosil yakıt benzeri şeylere dönüştürmemiz mümkün. Bir ilginç örnek de Biotransmutasyondur. Günümüzde nükleer atıklar gibi problemlerimiz var. Aslında canlı hücrelerdeki enzimler elementleri birbirine dönüştürebiliyor. Ayrıca nükleer atıklarda yaşayabilen ve hatta radyasyonla beslenen tek hücreli gibi canlılar da var. Bunun da dışında mesela zehirli metalleri ve radyoaktif atıkları ortamdan alıp kendi bünyesinde toplayan mantar gibi şeyler de var ki bunlar Chernobyl ve Fukushima gibi alanların temizlenmesinde de kullanılabilir. Neden teknetyum, stronsiyum, radyum, sezyum gibi radyoaktif atıkları altın, gümüş, platin, cıva, osmiyum, iridyum, paladyum, rodyum gibi aslında bir çok yerde kullanılabilecek ama doğada çok nadir bulunduğu için kullanılamayan elementlere çevirmiyoruz? Aslında nükleer simya olarak adlandıracağımız teknolojinin primitif versiyonları daha 2. Dünya Savaşından beri mevcut ama maalesef kullandırılmıyor.
Mesele düşünmek ve sorgulamak. Araştırabildiğiniz kadar araştırın. Bunların aklınıza gelmesini istemezler. Bugün sözde Giordano Bruno’nun mirasçıları, onu yakanlarla aynı nedenlerden ötürü bizi sansürlüyor. Ama bir bolluk bereket dönemine ulaşmak da sizlerin elinde. Kararınızı akıllıca verin!