
Sevgili dostum.
Belki de her insanın hayatında benim gibi özlemini taşıdığı, fakat buluşamadığı ya da ulaşamadığı hayalleri olmuştur. Bende imkansızlıklar içinde bir hayat sürüp, çalışmak zorunda kaldığım için, okullarımı gece okudum. Matematik dersimin çok iyi olması nedeniyle, akşam orta okulunda, boş geçmesin diye, geçici olarak bir müddet öğretmenlik yaptım. Bin dokuz yüz seksen bir yılında kabul edilen, yirmi dört kasımı, öğrencilerim ilk defa ve son defa benim için kutladılar. Çünkü ben öğretmen değildim. Bu yüzden her yıl o günümü birde öğrencilerimi özlerim. Çünkü bana keşke öğretmen olsaydınız, sizi asla unutmayacağız diyen öğrencilerime, merak etmeyin bazen sizi ziyarete gelirim. Bu arada beni görmek isteyenlerde, cuma günleri iş yerime gelebilirler, ders konusunda sormak istediğiniz bir şey olursa hiç çekinmeyin diyerek vedalaştık. Kısa bir süre öğretmenlik yapmama rağmen, birçok öğrencim beni ziyarete geldi, hatta derslerine yardımcı olduğum, iş yerimde ders çalıştırdığım öğrencilerim bile oldu. Yaşları bana yakın oldukları için yanıma rahat geliyor, her şeyi konuşabiliyorduk. Bunlardan biri düğünümde sağdıcım ve en yakın arkadaşım bile olmuştu. Ben öğretmenliği çok sevmiştim ama öğretmen değildim. Fakat öğretmenlik ruhuma işlemiş olacak ki bu açığımı kapatmak için, etrafımda olan bütün çocuklara ders vermeye karar verdim. Fahri olarak bende olanı, olmayanlara öğretmeyi zevkle yaptım.
Bana bu ruhu ilk okulda, arkadaşlarıma ders çalıştırma görevini bana veren, öğretmenime borçluyum. Öğretmen değildim ama öğretmek için öğretmen olmam gerekmezdi. Çünkü artık ben bin dokuz yüz seksen ikide açılan, açık öğretim iktisat fakültesi öğrencisiydim. Matematiği de çok iyi biliyordum. Her fırsatta evde, yurtta, dernek yada vakıflarda ücretsiz yıllarca ders verdim ama öğretmen değildim. Olsun bir nebzede olsa içimdeki özlemi hiç kaybetmedim. Bu hayatımı en çok onun için yaptım. İlk okul bitmiş, ben çıraklığa başlamıştım. Öğretmenim ziyaretime geldi. Ustamla muhabbet ederken, müşteri bir şey istedi ben bodrum kata indim. Çıkarken benden bahsettiklerini duydum. Öğretmenim ustama şöyle diyordu. Yirmi beş yıllık öğretmenim, Mustafa gibi bir talebeye çok az rastladım. Yoksulluğun gözü kör olsun diyordu. Selahaddin bey Mustafa sizin yanınızda hiç olmayacak, gözüm arkada kalmayacak, derken ben merdivenlerden, yavaşça yukarı çıktım. Belli etmedim amma göz yaşlarımı elimle sildim. Onlarda sustu, ustam bana seslenerek bize çay getir dedi. Koşarak gittim, kendime geldim, fakat bu sözler hâlâ kulaklarımı çınlatır. Ben çok şanslıyım, öğretmen olamadım amma öğretmen ve usta gördüm.
Hayatıma dokunanlar listemin en başında, çok sevdiğim, değer verdiğim, hayatım boyunca dualarımdan hiç eksik etmediğim, Cennet mekan, ilk okul öğretmenim, Hayreddin Çakır'ı hasretle hürmetle, yad etmeden, nefes bile almadım. Öğrencilerinden başka düşüncesi olmayan, onların ahlakından, insanlığından, başarılarından sorumlu olduğuna inanan, öğrencileri Allah'ın emaneti olarak gören, geleceği emanet edecek bir nesil yetiştirmeyi de, kendine görev atfeden, bizi de bu şuurla harmanlayan, bir öğretmenin eseriyim. Hata yapmışsam ona laf gelmesin diye telafisini, yok olma pahasına yerine getirecek kadar gözü kara, hakkı zalimlerin yüzüne vuracak kadar cesur, yetime karşı, yetimin yanında yetimden de yetim olmayı, onlara merhamet yüklü manevi bir baba olmayı, bana yükleyen öğretmenimi, nasıl unutabilirim. Bu duygu ve düşünceler içerisinde derse giren, hayat süren tüm öğretmenlerimi, saygıyla, sevgiyle anıyor, yaş fark etmeksizin ellerinden, gözlerinden, yüreklerinden öpüyorum. Öğretmenlik duygusunu yüreğime taşıdığım ilk okuldan beri, yetmiş yaşıma gelsem de hâlâ taşıyorum. Aynı şekilde bana ustalık, manevi babalık yapan, iki üniversite bitirmiş gibi, bilgi yükleyen ustam Selahaddin Yurtçul'a öğretmenime duyduğum bütün saygı ve sevgileri duyuyorum. Bu iki insan bana hayatın tamamının bir okul, her insanın da hem talebe, hem öğretmen olduğunu öğretti.
Bir ömür hem öğrenecek hem öğretecekmişiz. Yükü birilerinin sırtına yüklemeyecek, yükten kaçmayacak, doğru olup doğru yaşayacak, emaneti doğru yetiştirdiklerimize teslim edecekmişiz. Aksi takdirde ne özümüz kalırmış ne de sözümüz. Ben böyle dinledim, böyle büyüdüm, böyle inandım, böyle yaşadım, böylede yaşlandım. Asla pişman değilim, keşkelerimde yok benim. Maneviyatımı korumaya çalıştığım gibi, üç beş insana da maddi ve manevi dokunuşum olmuştur, tıpkı bana dokunanlar gibi.
Sevgili öğretmenlerim, tecrübelerimi öğrencilerime aktarmak, onlara dokunmak isterdim ama öğretmen değilim, ben sizlere sizlerde öğrencilerinize aktarın. Çok iyi şoför olsam da, ehliyetim yok diyelim. Direksiyonun başında siz varsınız, siz nereye biz oraya, kaptan sizsiniz. Emin ellerdeyiz, çocuklarımızda emin ellerde, biz öğretmenlere her kesten daha çok inanırız. Çünkü her insanın en az bir öğretmeni olmuştur.
Sevgili öğretmenim, elbette en zor görev insan yetiştirmektir. Sizde bu kutsal göreve talip olmanız hasebiyle, yükünüz ağır, işiniz zor, bir o kadarda mesuliyet taşıyan bir meslek. Bu yüzden siz rehbersiniz, siz en sevilen en saygı duyulansınız. Siz yüreklere dokunansınız, siz örnek alınansınız. Size göre hayat kurulur, öğrencileriniz sizin gibi konuşur, sizin gibi yürür, size benzemeye çalışırlar. Ona göre konuşacak, ona göre yürüyecek, ona göre hayat kuracaksınız. Çünkü siz yalan söylemeyen, sözünde duran, hiç unutulmayansınız. Buradan bakınca siz öğrencilere değil, öğrenciler size öğretiyor gibi görünmüyor mu? Bu yüzden, ahlak, kişilik, dürüstlük, çalışkanlık sizin eseriniz. Siz ne kadar gayret ederseniz, bizde o kadar gayret ederiz. Siz ne kadar doğru iseniz, bizde o kadar doğruyuz. Toplum bozuksa, arkanıza bakmayın siz düzelteceksiniz, geri kalmışsa, ileri götüreceksiniz, mükemmelse dahada mükemmel yapacaksınız. Çünkü siz mükemmelsiniz, bana öyle görünüyorsunuz. Ne sizin nede bizim kaçacak yerimiz, kaytaracak vaktimiz yoktur. Sizin saatleriniz işlerken, bizim de günlerimiz sayılır. Beraber ağlayacak beraber gülecek, ya adam olacağız ya adam olacağız. Çünkü her çocukta bir hüner, bir yetenek vardır. Keşfedecek olan siz, sahaya sürecek olan siz, öğünen hakkı ödenemeyen de sizsiniz. Bu kutsal göreve fahri olarak bende talip oldum. Bana da hocam diyenler var. Bu mutluluğu, ya da hüznü çok iyi bilirim. Bütün çocuklar benim çocuklarım ruhuyla yaşadım. Hepsini kazanmak için mücadele ettim. Başarılarını gördüğüm zaman rahat uyuduğum gibi, başarısız olanları görünce, uykularım kaçtı. Suçu onda değil kendimde aradım. Evlerine gittim, o çocukla oturup çay içtim, evimde misafir ettim beraber yemek yedim. Ben elimden geleni yaptım, sıra sen de, sen de elinden geleni yap, pes etme ben yanındayım dedim. Birde gördüm ki adam olmayacak çocuk yokmuş. Okulu sevemeyene işi sevdirdim, çünkü ben önce onu sevdim, sonra kendimi sevdirdim. Bütün kalplerin anahtarının, sevgi olduğunu, sevginin de karşılıksız fedakarlık olduğunu gördüm. Bu düşüncenin, bu hayatın en çok yakıştığı insan olarak da, sadece öğretmenleri, öğretenleri gördüm. Bilgisini aktararak öğreten, insanlığını yaşayarak eğitenleri gördüm. İyi ki gördüm. Bunları Sivas'ta gördüm, öğrettim yaşadım eğittim. Bana öğretenlerin, beni eğitenlerin peşinden gittim. Bin dokuz yüz seksen altıda Sakarya'ya aynı yıl içerisinde Yalova'ya hicret ettim. Sivas’taki öğrencilerimi, sporcularımı kendime kardeş ettim. Kırk yıldır ayrıyız ama kırk gün gibi geliyor hiç ayrılmadık, bana inanmıyorsanız onlara sorun. Yüreklerimiz bir attı. Benim tatilim onları görmekten geçer. Çünkü onlarda beni takip eder, beni bekler. Yalova'da da buna benzer hayat kurdum, fakat her çeşit insanın bir araya geldiği yerde, beni garip buldular, beni zor kabullendiler. Kültürü, düşüncesi, yaşam tarzı bana uymasa da, ben onlara uydum, anlaştık, alıştık. Her şehirden başka ülkelerden, Yalova'ya gelen insanlarla tanıştım, gençlerle kaynaştım. Fahri öğretmenliğime, fahri müezzinliğime, fahri eğitimciliğime, inanarak severek bedel ödeyerek Yalova'da devam ediyorum. Yalova'da geçen kırk yılımı, haftaya kaleme alacağım. Hoşça kalın dostça kalın.


