Her şeyin başı sağlık deriz. Başımız, dişimiz veya vücudumuzun her hangi bir yeri ağrısa, böyle küçük bir mesele de bile dünyamız kararır. Daha ciddi bir hastalıkla karşı karşıyaysak eğer, kendimizde veya bir yakınımızda, anlarız ki yaşamda sağlıktan daha önemli bir şey yok…
Tabii ki ömür sınırlı, çok yaşasak 100 yıl yaşayacağız ve öleceğiz. Bu kaçınılmaz. Ancak 100 yılı bile bulamayan kısa bir süre de olsa, yaşam süremizi olabildiğince sağlıklı geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Farklı düşünen de sanıyorum yoktur.
Sağlık için sağlık sektörü tabii ki önemli bir unsur. Doktorların ve diğer sağlık sektörü çalışanlarının iyi niyetli gayretleri, emekleri gerçekten değerli. Ama sağlığın korunması ve sarsıldığında geri kazanılmasının ana unsurunun doğru yaşam olduğuna inanıyorum. Her yönüyle doğru yaşam; beslenme, hareket, düşünce… Sağlığımızın bozulmasını engelleyen ve sarsıldığında geri kazanılması için çaba sarf eden en temel aktör de vücudumuzun kendisi, ilaçlar değil. Böyle düşünüyorum…
*****
Bilimin sürekli olarak olumlu anlamda ilerlediğine dair yaygın görüşe hiç katılmıyorum. İnsanoğlunun geçmişinde kayda girebilmiş ya da girememiş pek çok fiili çöküşün yaşandığını, bu çöküşlerle beraber tüm bilgilerin de sıfıra yakın bir yerlere çekildiğini sanıyorum. Ayrıca ilerleme olduğu, hatta büyük ilerleme olduğu düşünülen pek çok şeyin de aslında gerileme, hatta büyük gerileme olduğuna inanıyorum. Bu sözde büyük ilerlemelerin, gerçek bilgileri de yok ettiğini düşünüyorum…
Bilimin insanoğlu için olmazsa olmazlığını yadsımak mümkün değil gibi, ancak bugünkü bilimi sermayenin elinde esir olarak gördüğüm için, günümüz bilimine bir kutsallık atfetmiyorum. Evet yanlışlanabilirlik, bugünkü bilimin bile kendisi tarafından da kabul gören bir olgu. Bilim, bulduğum şeyler kesindir, tartışılamaz demiyor ama aynen devletlerin kendilerini koruma altına almak için attıkları bazen aşırı, bazen hukuk dışı adımlar gibi, bilim de kendisini devam ettirebilmek için, gerektiğini düşündüğü anlarda bilim-terörü estirmeye başlıyor. Geçmişte ete-kemiğe bürünmüş olan bilimi korkutan tablolar; Galileo Galilei‘nin yargılanması, Giordano Bruno‘nun diri diri yakılması gibi olaylar. Aynı devletlerin refleksi gibi, bilim de ipin ucunu kaçırırsak kötü günler geri gelir diye düşünüyor ve kendini koruma güdüsüyle, kendi özgür düşünce anlayışını, bir çok zaman kendisi betonlayıp, cansızlaştırıyor. Korkunun yanına bir de milyar dolarlık, trilyon dolarlık çıkarlar eklemlenince (buna tabandakilerin milyon dolarlık çıkarları da dahil olunca); betonlaştırma, cansızlaştırma devasa boyutlara ulaşıyor. Aynı devletlerde olduğu gibi…
Bu betonlaşmaya yol açan unsurlardan ikincil olarak saydığım çıkarların tabii ki kabul edilebilir, savunulabilir bir tarafı yok. Betonlaşmanın temel nedeni olan korku kaynaklı çabaların ise, ‘korkunun ecele faydası yok’ deyişinde olduğu gibi, sadece gelenin gelmesini biraz geciktirebileceğini, buna karşılık eğer gelen güçlü temele oturarak geliyorsa, yol açılan bu gecikme ile, barajda biriken su misali, daha büyük bir dalga halinde, ikinci veya üçüncü veya bilmem kaçıncı sefer daha güçlü gelen selin bendi yıkmasını engelleyemeyeceğini görmek gerekir. Bu, tarihte her konuda ve her zaman böyle olmuştur diye düşünüyorum…
*****
Dolayısıyla bilimin de betonlaştırmalarla kendisini korumayı bırakması (bilim tabii ki bu betonlaştırmayı inkar eder, o buna ‘tutarsız düşünceleri engellemek’ diyor çünkü), alanı özgür ve sınırsız düşünceye tamamen açması gerektiğine inanıyorum (bu bana doğru geliyor ama muhtemelen bekara boşanmanın doğru gelmesi gibi olabilir). Bilim derken, bilimin bizi en yakından ilgilendiren ve bu yazının konusu olarak düşündüğüm sağlık sektörüne getirmeye çalışıyorum sözü. Yukarıda anlattığım her şey, harfi harfine sağlık sektöründe de yaşanmakta, bence…
Medya organlarının hiç biri tamamen benim görüşlerimi yansıtmıyor (belki de çoğumuz için durum böyledir). İzlediğim medya kuruluşlarında katılmadığım yazıları da eleştirel gözle okuyorum…
Mesela modern tıp konusu, nerdeyse tüm kesimlerin üstüne toz kondurmadığı bir alan. Çatlak (?) seslerin sadece Oytun Erbaş gibi aspergerlerden (veya Yavuz Dizdar, ki onun da asperger olduğunu düşünüyorum), ya da Abdurrahman Dilipak gibi alanın dışındaki radikal müslümanlardan (ki bence o da asperger) çıktığını görüyorum. Durum böyle olunca da, o zaten asperger (tüm önemli bilim ve düşünce insanlarının aslında asperger oldukları göz ardı edilerek), öbürü zaten alan dışından bir radikal gibi yaftalarla, eleştiriler değersizleştirilmeye çalışılıyor. Tüm yayın organları, benim takip ettiklerim de dahil, mızrağın çuvala sığmadığı durumlarda ise, bunları haberleştirmek durumunda kalabiliyorlar…
Mesela mRNA aşılarının salgında tahmin edilenin çok ötesinde yetersiz kalışları ve inme (felç) riskine yol açtıklarına dair bazı veriler, C vitamininin aslında bize anlatılan faydalarının gerçek olmadığı, faydası varsa bile bunun çok az olduğu ve hatta zararlarından bile söz edilebileceği gibi konular özellikle son aylarda sıkça yazılıp-çizilmeye başlandı. Bunları Baha muhtemelen, dünyanın tepesindekilerin, karşılarında ciddi düşmanlar kalmayınca, kendi aralarında savaşa tutuşmaları nedeniyle, birbirlerinin ipliğini pazara çıkartmaları olarak açıklayacaktır. Çünkü bu güçlerin bir kısmı böyle bilgileri ortaya dökmüyor olsa, bunların hepsinin üstü örtülür, anlatmaya çalışacak birileri çıksa bile, onlar da marjinalleştirilir ve bildiklerini kamuoyuna anlatacakları bir mecra bulamazlar…
Öyleyse, dünya egemenleri iyi ki birbirlerine düşüyorlar ve bazı bilgi kırıntıları bize kadar ulaşabiliyor…