BIST 100
10.952,01 0,31%
DOLAR
42,5228 0,13%
EURO
49,6541 0,25%
GRAM ALTIN
5.778,89 0,45%
FAİZ
37,98 0,00%
GÜMÜŞ GRAM
79,66 2,05%
BITCOIN
92.416,00 0,26%
GBP/TRY
56,8323 0,16%
EUR/USD
1,1668 0,21%
BRENT
63,25 -0,02%
ÇEYREK ALTIN
9.448,48 0,45%

HAYAT MEKTEBİM

mustafa-karamercimek-haberci-kose-yazisi

 

Sevgili dostum

İster inanın ister inanmayın, mekteplerin üstünde bir mektep varmış, o da ancak yaşayarak öğrenilirmiş. Adına hayat tecrübesi ya da hayat mektebi denirmiş. Ben gözümü tamda bu mektebin göbeğinde açmış, göbek bağımı da, mektebin yani köydeki evimizin bahçesine gömmüşler. Yoksulluğun, fakirliğin, devletsizliğin, zirvesinde yaşamışım. Fakat hayatım zindan olsa da, hayatımı medreseye çevirmişim. Düştüğümde sızlanmamış, düşe kalka yürümeyi, hatta koşmayı öğrenmişim. Daha ilk okula başlamadan her yaz, ilk okul bitene kadar, harman zamanı denilen, yedi ve sekizinci aylarımızı, dayımlara yardım ederek geçirmiş, unumuzu, bulgurumuzu, yağımızı, kışın yiyeceklerimizin önemli kısmını temin etmişiz. Pişen çorbada benimde tuzum olmuş. Köyde hayat bilhassa yazın, Güneş doğmadan başlar, Güneş batana kadar devam eder. Hatta bazen uyurken bile çalıştığınız olur. Altı yaşımdan on yaşıma kadar köyde çalışmaya başladım, nasıl mı anlatayım. Köyde her yaşa iş vardır, sabah erken tarlaya ekin biçmeye, biçtikten sonrada, kanılarla buğdaylar harman yerine getirilir. Öküzlerin çektiği dövenlerle, buğday saplarından ayrılır. Bu aşamada beni, öküz arabasının boyunduruğuna bindirirler, böylece zelve öküzün boğazını sıkmaz. Saplar harmana serilir, küçük dayım, küçük derken askerliğini yeni bitirmiş olan. Ahmet dayımla, bir yerde ben, benden ayrı bana yakın, ikimiz döven süreriz. Banim ağırlığım yeterli olmadığından dövene büyük bir taş koyarlar, bende üzerinde oturarak, bu işi bilen öküzlere deh derim ve döne döne dövenin altındaki keskin çakmak taşlarıyla, buğday sapından ayrılır. Sonra samanın içinde olan buğday taneleri rüzgarda, yaba denilen ağaçtan yapılmış, küreğe benzer, kürekten baya büyük aletle havaya atılır. Saman rüzgarın sayesinde üç beş metre ileri düşer, buğdaysa atılan yere, böylece buğday taneleri çeç denilen yığına dönüşür. Bu yığınlar gece çalınmasın diye, yanına yatak serilir, gece bekçilik yapılır. Bende hangi dayım bekçi olursa onunla yatar, bekçilik yaparım. Hiçbir şeyden habersiz uyanırım. Kafama göre iş değişikliği yapar, köpekleri besler, tavuklara yem verir, yumurta toplarım. Bazen de azap dedikleri on yaşından biraz büyük, birçok işi yaptırsalar da en çok çobanlık yapan, Bekir abiye takılır, çobanlık yaparım. Bekir abi komşu köyden, dayımlara çalışmaya gelen, dayımlarda kalan, bir yıl sonra birkaç koyun alıp köyüne dönen çobanmış. Fakat Bekir her yıl dayımları tercih eder, babası da kaç koyun isterse Kerem dayım tamam dermiş. Adeta Bekir’i manevi evlat edinmişler. Bende Bekir’i yabancı görmedim hatta dayıoğlu diye seslenirdim. Bekirle bazen damda yatar, yıldızları sayar, aya merdiven dayardık. Bekir’i sevindirmek için senin yıldızın özel, en parlak olan çoban yıldızı, sen çok şanslısın yıldızın bile var diye takılırdım. O da bana elbette şanslıyım, senin gibi arkadaşım var diye iltifat ederdi. Konuşarak uykuya dalarız. Sabah erkenden hayat durduğu yerden devam ederdi. Dayımla koyunları Yıldız ırmağında yıkar, yünlerini kırpar, yengelerimle sütlerini sağar, hayvanlara yem verir hatta kışın yakmak için ineklerin dışkısından, tezek bile yapardık. Sizin anlayacağınız köyde ne iş biter nede hiçbir insan boş kalırdı. Yediden yetmişe her kes çalışırdı. Buğdaylar un olur, sebzeler kurutulur, bulguru eriştesi, çökeliği yağı derken, kış gelir, her ev hazır olurdu. Yazın depolanan otlar, saman, arpa gibi hayvanlarında yiyecekleri fazla fazla hazırlanırdı. Çünkü kışın ne kadar süreceği belli olmazdı. Ben şehirde yaşamama rağmen köy hayatınıda on yaşıma kadar yaşadım. Yüreğime dokunanlar listemde, köyde bulunan beş yüz kişinin tamamının çalışması, kadınların ise çok çalışması, babaannelerin sırtında torunla iş yapması, birde Bekir gibi çocukların ailelerinden uzakta olması idi. Yıllar sonra şiir yazmaya başladım. Şiirlerimin tamamının hayat hikayesi var. Bekir’e hiç şehre gittin mi diye sordum. Bir kere dayımlara gittik ama ben şehri hiç sevmedim sözü, yıllar sonra, görmeseydim seni şehir, ne yapacaksın şimdi Bekir adlı şiire ilham kaynağı oldu. Birde çobanın hayali, Bekir benim yüreğime en çok dokunanlardan biri. Halime şükrettim amma kim şanslı hâla bilmiyorum. En çok beni düşündürense köyde hiç para yok, hiç kimsede para konuşmazdı. Okur yazar neredeyse yoktu. Askerde okuma öğrenen birkaç kişi, mektup okur, biride muhtar olurdu. Köyde elektrik, okul, sağlık ocağı gibi hiçbir sosyal hayat maalesef yoktu. Köylü kendi imkanlarıyla, büyük bir misafir odası yapmış, genelde kış geceleri burada toplanır, bilenler hikaye anlatır, türkü söylerlerdi. En iyi yapanlardan biride babamdı, baş köşe her zaman ona aitti. Köy camisini de kendileri yapmış, imamıda kendileri tayin etmişti. İmamlar genelde buğday karşılığı, başka yerden tutulur, bulunmazsa köyden biri kıldırırdı. Her kes başının çaresine bakmak zorunda, ya da bilen diğerine yardım ederdi. Genelde insanlar mutluydu. Telefonları, radyoları, yoktu, televizyon icat edilmemişti. Harman zamanı köylünün yaşlılar hariç, namaz kılmaya bile vakti yoktu. Namaz kılan varsa takdire şayandı. Bizde yaz biter harman kalkar, Bekir'le vedalaşırken ağlardık. İşin garibi abim ve ben birde annemin doğum yaptığı erkek kardeşimizle, şehrimize Sivas'a dönerdik. Rahmetli annem bir yıl doğum yapmasa diğer yıl kesin doğum yapar, bizde bayram ederdik. Bazen bayramımız hüzne dönüşürdü. Fakat fazla sürmez yine bir kardeş gelirdi, sanki annem biz üzülmeyelim diye yapardı, öyle hissederdim. On bir erkek kardeşten sadece beşimiz, güçlü olanlar hayatta kaldı, 1980 yılına kadar, benim için milat olan hayata, ailecek adım attık. Seksenden önceki hayatımı, milattan önce, seksen sonrasını ise milattan sonra olarak tanımladım. Benim gibi yetmiş yaşını doldurmuş olanlar, belki de benim hayatımın aynısını üç aşağı beş yukarı yaşamışlardır. Kaleme aldığım hayatıma dokunanlar yazımın, devamı niteliği taşıyan hayat mektebimi, okuyan değerli dostlarımdan yaşıma yakın olanların, sanki beni yazmış, dediklerini duyar gibiyim. Bu insanların büyük bir bölümünü görmeden yüreğime taşıyor, onlarla yaşıyorum. Beni okuyarak ne kadar hayatlarına dokunuyorsam, onlarda benim hayatıma dokunduklarına yürekten inansınlar. Okuyan varsa, yazanda vardır. Yazının kıymeti, okuyanla değer alır, buda yazara ilham verir, irfan verir yazarı kıymetlendirir. Yazmak aşksa, okumak kara sevdadır. Yazarlar bu sevdaya sevdalıdır, okurlarıyla derin bir bağ kurarlar. Bunu sadece okuyanlar anlar.  Bizatihi tanıdığım, tanıştığım, dost akraba ya da bana değer veren, birçok gencin, yüreğime dokunduğunu, hissederek, severek yaşadım ve yaşlandım. Kısaca köy hayatımdan kesitler sundum. Artık köy hayatım tamamen bitmiş, hırdavat, kırtasiye, bakkaliye, züccaciye toptancısında, tam iki bin altı yüz kalemin satıldığı, bakkalların, çerçilerin, seyyar satıcıların uğrak yerine çırak olmuştum. Her gün yüze yakın müşterinin geldiği, öylen yemeği yemeye fırsat bulamadığımız, iş yerinde işyeri Bursa'ya taşınana kadar, aralıksız beş yıl çalıştım. Hesap makinesi kullanmıyor, bütün malların giriş ve çıkışlarını aklımda tutuyor, ustamla İstanbul'a, Kayseri'ye beraber mal almaya gidiyor, müşteriler benimle pazarlık ediyor, on üç yaşımda kendimi patron gibi hissediyordum. On üç yaşımda sigortam başladı. Sıkıntıyla başlayan hayatım beni erken büyütmüş, kendinden emin, tekeden süt çıkaran, iman varsa imkanda vardır düsturuyla hayat kuran, kim var orada denilince, on altı yaşımda, sağına soluna bakmadan ben diyebilen bir genç haline gelmiştim. Haftaya on altı yaşıma kadar ticaret hayatım. Hoşça kalın, dostça kalın.

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?