
Sevgili dostum.
Yiğit düştüğü yerden kalkarmış derler. Düştüğü yerden kalkana da yiğit derler. Bu söz bu günlerde pek önemsiz gibi görünse de içini doldurduğumuzda, başka bir çıkış yolu olmadığını da görürüz. Bazen bir kişinin cesaretinin, bin kişiyi kurtardığı, çok kez görülmüştür. Bu kurtuluşu, yalnız beden olarak düşünmek, insanın belden aşağısının kurtuluşunun sevincidir. Asıl kurtuluş, yani insanın tamamlanması ise belden yukarıyla bir bütün, aklıda başında olmasıyla mümkündür. Çünkü insan, beden ve ruhtur. Belden aşağı nefsi, belden yukarı ise, irade ve ruhu temsil eder. İrade padişah, akıl vezirdir. Ruh davan, paşalar azalarındır. Allah (cc) insanı bilir halde yaratmış, Dünya'daki ihtiyaçlarına göre, tekamül kabiliyeti de yüklemiştir. İnsanın, bedeni hasta olduğu gibi, ruhu da hastalanır. Bedenini doyurduğundan çok, ruhunu doyurmalıdır. Bedenin düşmanı nefis ise ruhun düşmanı şeytandır. Bedenin doktoru varsa, ruhunda vardır, belki de en elzem olanda budur. İnsan başının ağrıdığını hisseder ama ruhundan olduğunu hissetmez, ya da kabul etmez, beden doktoruna gider. Tıp okumak, tabip olmak, farzı kifaye yani, bir kısım insanların yapmasıyla, diğerlerinden mesuliyetin kalkmasıdır. Yalnız her insanın sağlığını koruması, korunması farzı aynıdır. Ruhun korunması için manevi doktorluk, farzı kifaye ise insanın kendi ruhunu koruması ise, oda farzı ayndır. Korunmazsa haram işler. Haram: insana, insanlığa, beden ve ruhuna kesin zarar veren, helalse haramın zıddıdır(zehir, panzehir gibi). Tabip olanların insanları hasta olmamaları için uyarmaları, ahlaki bir sorumluluk ve en büyük sevaplardandır. Manevi doktorlukta, aynı kategoriye girer. Bu sevabı işleyen, tıbbın gönül erleri olduğu gibi ruhunda manevi erleri bulunur. Bunlar, Allah'ın yarattığı Dünyevi ve uhrevi ilimler vesilesiyle, insanı çözmüştür. Hatta bedenlerine dokunup, ruhunu da tedavi ettikleri, hayata tam insan kazandırdıkları da çoktur. Beden ve ruh doktorları, ayrı olsalar da, farketmeseler de beraber çalışırlar. Çünkü her hastanın morale, yani ruhunu fark etmeye, manevi bir atmosfere ihtiyacı vardır. Doktorların azı iyi olsa bile, çoğunun sözü itibar görür.
Doktorlara da bir gönül eri dokunmalıdır. Zaman gelir gönül erine de doktorlar, dokunmak zorunda kalırlar. Böylece beden ve ruh gibi, birbirini tamamlarlar. Tabipler gönül doktoru olursa, Onlarda hem vücut yarasına merhem olurken hem de gönül yarasına şifa sunar, çare olur hale gelirler. Böylece bütün doktorlar, mesuliyet duygusu taşır, kendilerini insan sağlığına şifa aramak zorunda hissederler. İçlerinden bazıları ise, artık gönül gözüyle bakar, hastalığının ruhundan gelip, bedenini tetiklediğini görür. İşte bunun adı tabipliktir, yemini de vardır. Elbette insanların hasta olmamalı için maneviyat önderlerine de çok ihtiyaç vardır. Onlarda hem sağlıklı yaşayacak hem doğru yaşayarak, tavsiye edeceklerdir. Halksa beden ve ruh sağlığını korumanın, kendisine Allah'ın emri olduğunu bilecek. Beden ve ruh doktorlarını dinleyecek, iyi bir aile hayatı kuracaktır. Anne baba olup, el ele verip, evlatlarına hem örnek olacak hem de yumuşak ve merhamet dolu bir yürekle tavsiyede bulunacaklardır. Çünkü toplumda sağlıklı bireylerin, sağlıklı ailelerde var olacağı fikri, toplumun değişmez kurallarındandır. Bunu farkeden bazı akıl sahibi kimseler, gönül erliğine soyunmuş ve yüz yıllardır fikirleriyle yaşam tarzlarıyla, hâlâ gönül erliği yapmaya devam etmekteler. İnsanlığın artmasının, maneviyatın yükselmesine bağlı olduğunu artık biliyoruz. Bu kişilerden olmak, birçok insanın hayali olsa da, böyle yiğitlik, az insanlara nasip olur. Gönül eri olmak, yiğitlik, mertlik, dürüstlük, samimiyet ve fedakarlık ister. Yiğit deyince aklınıza, hemen erkekler gelmesin. Öyle hanım kardeşlerimiz, öyle bacılarımız vardır ki, bu yiğitleri hem doğurmuş hem de bin insanı kurtaracak kadar cesaretleri ve gayretleri olmuştur. Tarihimiz böyle annelerle doludur. Bu annelerimiz tarihte yaşamış ve bizim bu günlere gelmemize vesile olmuşlar. Bugünde varlar, yarında var olacaklar. İstiklal harbinde yine onlar olmuş, cepheye kanılarla mermi taşımış, birçoğu şehit düşmüş, yokluk döneminde hem kendi yetimlerini, hem de başka yetimleri, aç açık bırakmamış, bir çok yetime anne olmuşlardır. Bir ülkenin yeniden toparlanmasına, çok büyük katkı sağlamışlar. Harplerden çıkan bir millet, yorgun, yoksul düşmüş ama tüm yükü yine anneler yüklenmiş. Yoksullukla uğraşırken, kendilerini ihmal etmiş, cehalete tabi tutulmuşlar. Yaşam tarzları, kendi aileleri tarafından engellenmiş, cahil erkekler tarafından cahil bırakılmış, erkek hakimiyeti altında, varlığını, ancak evdekilere hizmet ederek göstermişler. Bence birinci sırada gönül eri, her dönem eli ayağı öpülesi annelerimizdir. Bazen kızsalar, bazen ağır konuşsalar, bazen temizlik hastası olsalar da onların kalbinde merhametten başka şey bulunmamaktadır. Yağmuru yağdıracak olan, onların merhametidir, ateş yanmadan söndürecek olan, onların sevinç göz yaşlarıdır. Onlar ateşi sadece aş pişirirken tanırlar Yeter ki bizler, anaların yüreğine ateş düşürmeyip, var olanı da söndürelim. Söndürelim ki, gözlerinden hüzün yerine sevinç gözyaşı dökülsün. Kendi anasını ağlatan bir zalim, başka ananın göz yaşından haberi olmaz. Biz bunu Dünya'ya anlatmayı, başarırsak eğer, şunu deme hakkımız vardır. Hiçbir yerde analar ağlamasın. Biz o gün gönül eri olmuşuzdur. Kendimize sözümüz geçerse, Dünya'ya da geçer. Başka yerde gönül eri arama, sen ol ya da yolda ol. İlla gönül eri arıyorsan, mutlaka karşılaşırsın. Bizde kötülerin en kötüsü varsa, iyilerinde en iyisi, merhametlilerin merhametlisi yine bizdedir. Bunu asla unutma. İyilik mayası bu topraklara, şanlı ecdadımız olan, gönül erleri tarafından atılmıştır. Dalımızı budasalar da kökümüz sağlamdır.


