Sevgili dostum. Doksanlı yılların içinde, zamanın birinde toptan kırtasiye ticareti yaparken, Sultanbeyli’de bir ilkokulun karşısında küçük bir kırtasiye dükkanı vardı. Alış veriş yaparken ahbap olduk. Bahçeli, tek katlı, mütevazi, ineği, tavukları, kedisi ve köpeği olan bir evde ikamet ediyordu. Eskiden geldiklerini, meyve sebze yetiştirip pazarlarda sattıklarını, evler çoğalıp okul yapılınca, bahçenin bir köşesinde bu işi yapmaya karar verdiğini anlattı. Her geldiğimde yüzünde bir tebessüm, neşeli, latife yapmayı çok seven, biriyle karşılaşıyordum. Çünkü o her zaman, çok mutlu görünüyordu. Okul çocuklarını çok seviyor az karla satıyor, belki de kazanmıyordu. Namaz ve zikir ehli bir derviş olduğunu fark ettim. Bende ona muhabbet besledim. Adı Osman’dı. Ben kırk, o ise elliye yakın görünüyordu. Her gittiğimde okul çocuklarına satış yaparken, ona yardım ediyor, çocuklar derse girince çayım hazırdı. Dört oğlu iki kızı vardı. İsimlerini unutmam imkansızdı, çünkü Allah resulü dahil yakın sahabeleri evine doldurmuştu. Çocukları, hanımı kendisi gibi çok edepli insanlardı. İsimleri, hanımı Rukiye hanım, çocukları, Muhammed Ali, Ebubekir, Ali Osman, Ömer Ali, kızları ise, Hatice ve Fatma idi. Hep çalışmış hep didinmiş. Çocuklarına gücü yettiği kadar aş götürmüş. Aç açık bırakmamış, bu yüzden düzgün bir aile yapısına sahipti. Beni bir gün evine davet etti, fakir hanemize buyur, soframızda otur, çay kahve içip muhabbet edelim dedi. Hatta müsaitsen şimdi gidelim dedi. Müsaittim amma yengeye haber vermeden olmaz, rahatsızlık vermek istemem, davetsiz misafir gibi hissederim kendimi dedim. Yok dedi asıl haber verirsek rahatsız olur. Davetsiz misafirde bir şey ummaz, ne bulursa onunla yetinir, ev sahibi de neyi varsa onu getirir dedi. Bana çok mantıklı geldi. Size geliyoruz hazırlık yapın, bize gelin hazırlık yapalımın ne kadar yanlış olduğunu, bende ruhumda taşıdığım için olacak ki, bu adama ısındım. Tamam dedim haydi gidelim. Kimseyi rahatsız etmeden, Allah ne verdiyse yiyelim. Çok hoşuna gitti sırtıma elini koyarak adamsın dedi. Dükkanı on yaşlarında kızı Fatma’ya bıraktı, ben biraz tereddüt ettim. Bana da gözün arkada kalmasın, o Fatma benden daha iyi bakıyor dedi. İki dönüm kadar bahçe içinde olan,
Evine geldik, hava güzeldi, bahçede oturduk. Masanın üzerinde bir defter, defterin üzerine uçmasın diye taş konmuştu. Gözümün ucuyla defterin üzerindeki yazıyı okumaya çalıştım. Bu fark eden Osman abi defterin üzerindeki taşı kaldırdı. Defterin üzerinde dervişin defteri yazıyordu. Gülümsedim, dervişlik yapıyoruz sanma dedi. Çocuklar kimin defteri olduğunu bilsin diye yazdım. Her kes kendi defterine sahip çıksın, herkes kendi defterini doldursun dedim. Bizim evde hanım dahil herkesin bir defteri ve günlüğü var. Her yıl kurban bayramında bu defterler açılır ve okunur. Bu defterlerde nasihatler, istekler, hayaller, eleştiriler mevcuttur. Bu defterler sayesinde bir birimizi daha iyi tanımayı öğreniriz. Yazdıklarımızı eleştirmek ve dalga geçmek yasaktır.
Yoksa insanlar ikiyüzlü olur, fikir üretemez, kendini geliştiremez dedi. Birbirimize karşı sorumluluklarımız, beklentilerimiz, vatana millete nasıl fayda vermemiz, dünya ve ahiret inancımız ne varsa yazılır dedi.
Saygı duymayı ve yardım etmeyi kabul eder ve defterleri kaldırılıp bir sandığa koruz. Yerine yeni defterler alır, yazmaya devam ederiz. Senin de bir defterin varsa bizimle okuyabilirsin. Bizim defterlerimizde herkesin okuyacağı şeyler yazılıdır. Yoksa yaz getir beraber okuyalım dedi. Çok şaşırdım, bir o kadarda hayran kaldım. Şiir yazıyorum dedim. Onları getir, anlamıştım senin boş olmadığını, sen sadece tüccar değil merhamette dağıtıyorsun. Çocuklara bakmandan, bana bakmandan anladım. Bu yüzden sende bizdensin. Yani merhamet tüccarı dedi. Dervişin defterinde ne vardı? Haftaya…