BIST 100
10.918,51 -1,07%
DOLAR
42,5434 0,18%
EURO
49,6218 0,19%
GRAM ALTIN
5.769,62 0,29%
FAİZ
37,98 0,00%
GÜMÜŞ GRAM
79,55 1,91%
BITCOIN
92.034,00 -0,15%
GBP/TRY
56,7845 0,07%
EUR/USD
1,1656 0,10%
BRENT
63,25 -0,02%
ÇEYREK ALTIN
9.433,33 0,29%

Daha Adil Bir Geleceğin Peşinde

ahmet-tuna-haberci-kose-yazisi

Dünya, tarihin hızlandığı ama bir o kadar da tıkandığı bir dönemden geçiyor. Rakamlarla, raporlarla doğrulanmış bir gerçeklik değil sadece; sokakta, ekranda, yüzlerde, sohbetlerde hissedilen bir gerilim bu. Bir zamanlar “daha çok çalışırsak daha iyi yaşarız” diye kurulan zımni toplumsal sözleşme, bugün pek çok insan için geçerliliğini yitirmiş durumda. Eskiden büyüme, istihdam ve orta sınıf denklemi üzerine kurulu toplumsal sözleşme; bugün yorgun ve oldukça hükümsüz görünüyor.

Dünyada bir yanda sermaye, teknoloji ve güç yoğunlaşması görülürken; diğer yanda yorulmuş, kırılganlaşmış ve kendi geleceğine dair içsel güvenini kaybetmek üzere olan geniş bir kitle. Artık mesele yalnızca ekonomik değil; insanın kendi içindeki anlam arayışıyla ilgili. Ekmek mücadelesinden daha derinde, hayatın ağırlığını taşıma mücadelesi var.

Joseph Stiglitz, “Eşitsizlik kader değildir; politik tercihlerle inşa edilir” diyor. Bugün karşılaştığımız uçurumlar, kendiliğinden oluşmadı. Tercihler, modeller, politikalar, suskunluklar ve kabullenişler eşitsizlikleri büyüttü.

Uluslararası raporlar son yıllarda hep aynı noktayı işaret ediyor: Dünya servetinin çok büyük bir kısmı, nüfusun çok küçük bir bölümünün elinde. Ancak gelir eşitsizliği, artık buzdağının sadece görünen kısmı. Daha tehlikeli olan; fırsat eşitsizliğisaygınlık eşitsizliği ve geleceğe aidiyet eşitsizliği. Bazı insanlar sadece gelirden değil; “gelecekten hak sahibi olmak” duygusundan da yoksun bırakılıyor...

*****

Büyük bir dönüşümün eşiğindeyiz, belki de içindeyiz. Dijital çağın çelişkisi şu: Teknoloji çoğalıyor, imkânlar artıyor gibi görünse de, bir başka cephede emeğin, mesleğin, bilginin ve toplumsal sözleşmenin zemini kayıyor.

Bugün “orta sınıf” dediğimiz kavram, birçok ülkede artık sadece nostalji. Güvencesiz çalışanlar, yarınını planlayamayan gençler, emekli olmanın bile bir güvence olmadığı toplumlar… Guy Standing’in tanımladığı “prekarya”, yani kalıcı güvencesizlik hâli, genişliyor.

Thomas Piketty, sermayenin giderek daha küçük bir kesimin elinde toplandığını anlatırken aslında bir çağı tanımlıyordu: Mirasın geleceği belirlediği bir yüzyıl.

 

Bu tabloyu sadece ekonomiyle açıklamak mümkün değil. Hannah Arendt’in hatırlattığı gibi, modern krizler ekonomik göstergelerden önce insanın dünyadan kopmasıyla başlar. İnsan, topluma tutunma duygusunu kaybettiğinde, geriye sadece öfke ya da sessizlik kalır...

*****

Bugünün siyasi tartışmalarında görülen keskinlik, aslında bir belirsizlik çırpınışı. Uzun yıllar “piyasa her şeyi çözer” denildi; sonra “devlet geri döndü” dendi; şimdi ise devlet ile piyasanın tek başına çözüm üretemediği bir safhadayız. Bugün siyasette keskin seslerin artması, aslında sessiz çoğunluğun “beni duy” çağrısı.

Bize yeni bir kelime lazım: Toplum.

Çünkü siyaset, sadece iktidar kavgası ya da slogan yarışı değildir. Siyaset, insanların hayatı birlikte kurma biçimidir. Hannah Arendt’in ifadesiyle, “Kamusal alan, konuşma ve eylemle anlam bulur.” Konuşmanın yerine çığlık, eylemin yerine gösteri geldiğinde, toplumsal zemin çoraklaşır.

İşte bugün yaşanan bunun sancısıdır: Toplum yeniden söz sahibi olmak istiyor.

Sadece eleştirmek değil, kurmak, sadece şikâyet etmek değil, katılmak, sadece beklemek değil, dayanışmak istiyor...

*****

Buraya kadar tablo ağır görünebilir. Fakat tarihin bize öğrettiği bir gerçek var: Büyük krizler, aynı zamanda yeni düşüncelerin eşiğidir.

Erich Fromm “Umut, pasif bir bekleyiş değil; insanın kendi eylemine duyduğu inançtır” der. Yani umut, romantik bir duygu değil; irade, sorumluluk ve anlam arayışıdır.

Bugün umuda ihtiyaç duyuyoruz çünkü belirsizlik büyüdükçe insanlar ya kutuplaşmaya ya da kabullenişe savruluyor. Oysa umut, ikisinin de karşıtıdır. Umut, bir çeşit ısrar hâlidir: “Zor zamanlarda umudu sürdürmek, kolay zamanlarda iyimser olmaktan daha değerlidir.”

Bu cümle, yüz yıldır birçok düşünür tarafından farklı şekillerde söylendi. Çünkü her dönemin ortak aklı şunu gördü: İnsan, umut ettiği için insandır...

*****

Peki nasıl bir umut?

Sloganlarla değil, sakinlikle.
Siyasî romantizmlerle değil, toplumsal dayanıklılıkla.
Beklemekle değil, katılarak.
Öfkeden değil, terbiyeden beslenen bir umut.

Bir yön duygusu peşindeyiz.
Kurtarıcı değil, ortak akıl arıyoruz.
Sesini yükselten değil, kalbini büyüten bir anlayış.

Belki de bugün en çok ihtiyacımız olan, şudur: Birbirine saygı duyan, birbirinin yükünü hafifleten bir toplum tahayyülü.

Mujica’nın söylediği şu sözü önemsiyorum: “Zenginlik çok şeye sahip olmak değil; daha az şeye ihtiyaç duymaktır.” (Mujica da bu sözü Platon veya Epictetos'dan almıştır). Bu cümle, aslında bir siyaset tarifidir. Hırsın değil, huzurun siyaseti...

*****

Belki de en güzel başlangıç, büyük cümleler değil; küçük bir ilkeler demetidir:

  • Adalet duygusuna sadakat
  • İnsan onuruna saygı
  • Birlikte düşünme iradesi
  • Sakin bir cesaret

Ve en önemlisi:
Umut, tek başına değil; yan yana kurulur…

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?