Son yazımda insanlığa yol gösteren öğretmenlerden söz etmiş ve bazı isimler yazmıştım. Yazı basıldıktan sonra okurken önem verdiğim birkaç ismin eksik kaldığını düşündüm. Bunlardan biri de Cemil Meriç‘di. O nedenle bu yazıda Cemil Meriç’den bahsederek, meseleyi telafi etmek istedim.
Cemil Meriç, 1916’da Reyhanlı’da (Hatay’da) dünyaya geldi. Balkan Savaşları sırasında Dimetoka’dan göçmüş bir ailenin çocuğuydu. 1939’da Hatay hükümetini devirmek iddiasıyla tutuklanıp idam talebiyle yargılandı. 1963 yılında günlüğüne şöyle yazmıştı: ”Yirmidört yıl önce mahkemede Marksist olduğumu haykırdım”. 2 ay sonra beraat etti. Sosyalizmin temelini atan ve sosyolojinin kurucusu olan Saint Simon hakkında bir eser kaleme aldı ancak basacak yayınevi bulmakta zorlandı. Eser, 1967’de Can Yayınları tarafından basıldı. “Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülâkata bu kitabı yazmak için geldim” dediği “Bu Ülke” adlı kitabını 1976’da yayımladı. Aynı yıl, medeniyet kavramını tartıştığı “Umran’dan Uygarlığa” adlı eseri yayımlandı. Ölümünde sonra günlükleri Jurnal 1ve 2 ismiyle yayınlandı. 1974‘de Türkiye Milli Kültür Vakfı ödülünü, 1983‘de yine Türkiye Milli Kültür Vakfı ödülünü, aynı yıl Ankara Yazarlar Birliğinin Yılın Yazarı ödülünü, 1981‘de Türkiye Yazarlar Birliğinin Yılın Fikir Eserleri ödülünü aldı. 2015‘de de Cemil Meriç’e Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verildi.
Çok okuduğu ve meselelere çok geniş açılardan bakabildiği için, hiç bir kesim Cemil Meriç’i tam olarak kendilerinden görmedi, tam olarak benimsemedi. Mesela 1980 öncesinde kitapları sol yayın evleri tarafından basılmadı, basılmak istenmedi. O tarihlerde kitapları ülkücü Ötüken Neşriyat tarafından basıldı. Vefatından sonra 1990’lı yıllara gelindiğinde kitaplarını İletişim Yayınları basmaya başladı. Nurcularla teması olduğunda da Said Nursi‘nin görüşlerinin yabana atılmaması gerektiğini düşünüp, arkadaşı Şerif Mardin‘in konuyla ilgili bir kitap yayınlamasına yol açtı. Cemil Meriç 1987 yılında vefat etti.
*****
Bu yazıda günlük notlarının yer aldığı Jurnal’den bazı aktarımlarla Meriç’in kendisini ve bazı düşüncelerini anlatmasını istedim:
”Bugün, bizde neden mütefekkir yetişmiyor konusu üzerinde duracağım. Kartallar uçmadan önceücra kayalıklarda talim yaparlarmış. Tefekkür tek insanın işi değil. Ben bir Descartes, bir Spinozaolamazdım. Neden olamazdım? Bu bir kromozom meselesi değil. Hotantolar içinde büyüdüm. Okumak istediğim zaman dövdüler, kitaplarımı yırttılar. Nihayet kütüphanem yağma edildi, hapse atıldım vs.. Cemiyet belkemiğimi kırdı. Uçmak istediğim zaman ancak sürünebiliyorum.”
”Yeniye idrâkimizin kapılarını kolay kolay açmıyoruz. Çok kötü bir dinleyici ve daha da kötü bir okuyucuyuz. Beklediğimizi, dörtteüç bildiğimizi duyduğumuz zaman kulaklarımız ilgiyle açılıyor.”
”Spinoza’nın bir sözü beni sık sık düşündürür: “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi.” Fırtınalı bir denizde çalkalanan pusulasız bir gemi, bizden daha hürdür.”
”Kendini bir ırmağın sularına bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi? Kayığı suya salan kendi iradesi mi zaten? Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrarlamaya, manalandırmaya çalışıyoruz.. Belki hikmet-i vücudumuz, ezelden beri devam eden bir oyunda bizden bekleneni, kızmadan, sevinmeden yapıp göçmek.”
”Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum. İşçi sınıfına karşı beslediğim sevgi de platoniktir, tanımıyorum onları…”
”Ölmemek için öldüreceksin. Ölmemek için öldürmek mi? Peki öldürürsemölmeyecek miyim? Belki öldürdüğün her canlıda ölen kendinsin. Ama bunu ne zaman kavrayacak insan? Ya örs olacaksın, ya çekiç diyor Goethe. Çekiç de çelikten, örs de çelikten. Örsle çekiç kardeş. Ne kardeşi? Aynı varlık. Tek varlık. Hakikat bu mu? Harbin hud’a olduğu mu hakikat? Ezilmek istemiyorsan ez mi hakikat?”
”Cemiyet, ferdin bütün soluk alma ve gelişme imkânlarını elinden aldıktan sonra: “sen hastasın dostum” diyor, “senin komplekslerin var”. Kanına mikrop enjekte eder gibi kompleks enjekte ediyoruz insanlara.”
”Sermayedara “işveren” payesini tevcih eden bir cemiyet elbette ki liberalizmi takdis etmektedir. İşveren, bir alay baldırı çıplağa, işsize, aça..”İşveren”, devlet gibi, Tanrı gibi bir velinimet. Ya iş vermezse? Feodal çağın “ağa”sı da öyle bir velinimetti. Hâlâ geniş halk tabakaları bu “ağa”nın sayesinde yaşadığına inanır. İşveren, ağa’nın şehirlisi. Garibi şurada ki bu tabir sol cenah tarafından da benimsenmiş.”
”Tanımıyoruz Hint’i. Ekber’e rağmen tanımıyoruz. Elbiruni‘ye rağmen tanımıyoruz Hint’i. Tasavvufun ana kaynağı olan Hint’i tanımıyoruz. Bhagavad-Gita’nin tercüme edilmediği tek dil Türkçedir. Kanuni devrinde yazılan ve Osmanlıcadan Avrupa dillerine en fazla çevrilen Humayunnâme’ye rağmen tanımıyoruz. “Binbir Gece’ye “BinbirGün “e, Tutinâme’ye, halk arasında dolaşan yüzlerce masala rağmen tanımıyoruz. Ömer Rıza’nın çocuklar için yazılan Ramayanatercümesine, Kelile ve Dimne‘sine rağmen tanımıyoruz. Ömer Rıza da tanımıyor Hint’i. Hâlbuki Hint’in fethi Avrupa irfanının kaderini değiştirmiş, o ülkede yeni bir rönesansın yaratıcısı olmuştur. Yeni bir rönesansın. Biz birinci rönesansıyüz yıllarca sonra farkedebildik. On dokuzuncu yüzyılın başlarındaki ikinci rönesanstan bakalım ne zaman haberdar olacağız? Hâlbuki çağdaş Avrupa’yı ancak Asya medeniyetlerinin ışığında bütün heybet ve zaaflarıyla görebileceğiz. Hint’i tanımak zorundayız. İnsanlığın irfan ve idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet var: Hint ve Yunan..Biz bu iki ülkenin merkezindeyiz. İnsanlık korkunç bir buhran’ın pençesindedir. Kosmoslaantropos arasındaki binlerce yıllık ahenk sona erdi. Avrupa maddeyi fethederken kendini unuttu. İnsana kendini bulduracak büyük terkibe ancak Hint sayesinde varabiliriz.”
”İnsanı sevmiyoruz. Hint düşüncesi karşısında elimizi tabancamıza atışımız bundan. Bir tarih hocasının Hint’le uğraştığım için beni nasıl ayıpladığını çok güç unutabileceğim. Eskiden Batı aforoz edilirdi, şimdi Doğu aforoz ediliyor. Daima aforoz, daima duvar, daima husumet. Bu lanet çemberini nasıl kıracağız bilmiyorum. Kitabım basılırsa çok az kimse okuyacak ve belki hiç kimse anlamayacak. Gericiler toptan mahkûm edecekler, ilericiler toptan mahkûm edecekler… Konferans. Evet, kaç kişi dinleyecek konferansımı?”
”Sevgili yurdumuzda, fikir adamının imhası için sürgün avları tertiplenen, standart düşünceye mumlar yakılan, buhurlar serpilen sevgili yurdumuzda, aydınla kitle arasında hiçbir transatlantiğin aşamayacağı ummanlar var. Standart düşünce yani düşüncenin kalıplaşması, nasırlaşması. İki kutup: Osmanlıcı – Atatürkçü. Ve dışarda kalanların kellesinden kervansaray kurmak iştiha ve ihtirası.”
*****
”Her yazı meçhule atılan bir kement, her söz bir davet” diyen Cemil Meriç’in Jurnal’inden bazı cümleler aldım yukarıya. Meriç’in davetlerini dikkate alanların artması dileğiyle…