Toplumların en küçük ama en önemli yapı taşı olan aile kurumu, üzerinde en fazla mesai harcanması gereken ve geri doldurulamayacak olan bir değerdir. Her bir aile, bireylerini hayata birtakım değerler ile hazırlarken kendi kutsallığını da gözler önüne serer. Öyle ki değerlerin birçoğu ailede doğar, beslenir ve hayat bulur. Bunu farklı toplumlarda yerleşik hale gelen gelenek ve göreneklerde ve değerlerin mevcudiyetinde de gözlemleyebiliriz.
Aile kurumu özelinde değerlerine en çok sahip çıkan toplumlardan biriyiz diyebiliriz. Bu kadim bir medeniyetin beşiği olan coğrafyamızın bize hediyesi olduğu gibi dinimizin de bize kattığı en önemli kazanımdır. Ancak modern zamanların birçok konuda insan hayatında oluşturduğu tahribatın izlerini artık aile kurumumuzda da görmekteyiz. Bu konuda iyileşme için başka toplumları taklit etmek yerine kendi özümüze dönmemiz gerekmektedir. Çünkü doğu ile batı arasındaki çok yüzeysel yapılan bir karşılaştırma bile bariz fakları gözler önüne serebilmektedir. Örneğin ata kavramı ve aile büyüklerine yönelik yaklaşımlar ile alakalı bir araştırma yapıldığında doğunun kadim kültüründen beslenen aile kavramının içini dolduran birçok değerin batıda ve diğer medeniyetlerde yer almadığı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yine bu farklılıklardan biri ailede kadına verilen değerdir. Kadın ana olarak, evlat olarak, bacı olarak ve hanım olarak ayrı ayrı değerlere sahiptir. Ve her bir rolü ailenin varlığı ve bekası için büyük bir öneme sahiptir.
Bu kapsamda yine aile de merhamet, sevgi, saygı, sadakat, adalet, vefa, dürüstlük, güven, gibi değerlerin varlığını da aynı oranda önemser ve yaşatmaya çalışmalıyız. Çünkü bu değerler yaşatıldığı oranda huzur ve mutluluk söz konusudur. Küçüğünden büyüğüne tüm bireylerin bu kurumda üstlendikleri sorumlulukları da bu değerlerin eşliğinde gerçekleştirilir. Veya bir başka ifade ile değerlere sahip çıktığı ölçüde aile bireyleri sorumluluklarını yerine getirebilir. Uzun süren mutlu evliliklerin olduğu aileler üzerinde yapılan araştırmalarda saygı, güven, sadakat, duygusal yakınlık ve arkadaşlık gibi değerlerin yaşatıldığı; mutsuz yuvalarda ve dağılan ailelerde ise değerlerin çatışma ve olumsuz duygular ile çiğnendiği görünmektedir.
Burada hiç şüphesiz din de devreye girmektedir. Daha doğru ifade ile dinin düzenleyici, yapıcı ve iyileştirici fonksiyonu olmadan sorumlulukların kamilen yerine getirilmesi mümkün değildir. Bu bir şuur ve bilinç halidir ki mükellef dediğimiz kişide istenilen kıvamda yaşanır veya yaşanması gerekir. Aile de birey hangi role sahip ise, onun mesuliyeti ile davranır ve görevlerine riayet ederse bilir ki bu onun mutluluğuna hizmet edecektir. Bu onu yarınlara hazırlayacağı gibi onun yarınlarını da hazırlayacaktır.
Aile küçük bir toplum gibidir aynı zamanda. Bir eğitim kurumudur. Bir sosyal aktivite alanıdır. Nesiller arası bilgi, beceri ve değer aktarımını ifa etmektedir. Daha birçok fonksiyonu yanında aile bireylerinin şahsiyet ve kişiliklerini inşa etmede de rehberlik etmektedir. Erkeği ve kadını bütün bu yönleriyle hayatın içinde destekleyen ve besleyen bir konumdadır. Böylesine çoklu fonksiyonu bulunan aile kurumu bize en çok sorumluluklarımızı öğretir ve sadece kendimiz için değil hem ailemiz hem de toplumumuz için bir şeyler üretmemiz gerektiğinin bilincini verir.
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum`a 11)
Hepimizin mesul olduğu alanlarda hakk’a riayet ederek var olmamız özelde ailemiz için genelde de toplumumuz ve insanlık için en önemli vazifedir. Bu şuur ile yol alabilmeyi Rabbim cümlemize nasip eylesin.