Dünyanın pek çok yerinde büyük acılar yaşanıyor. Bunun en son ve yakıcı örneği Filistin’de yaşananlar. İnsanoğlu dünyamızda, bazı araştırmalara göre 3 milyon yıl, bazı araştırmalara göre de 300 bin yıldır yaşıyor. Teknolojide ve yaşama biçimindeki büyük değişimlere karşın ahlaki olarak iyi denebilecek her hangi bir noktaya ulaşabildiğini söylemek, bence mümkün değil. Ahlaki olarak en ufak bir ilerleme bile kaydettiğini söylemek, bence mümkün değil. Ahlaken 3 milyon yıl önce hangi noktadaysa, şimdi de aynı noktada, hatta geri gitmiş bile olabilir…
Herkes kendi bulunduğu noktadan, kendisini çok haklı görüyor. Aslında haklı görmeyi tamamen ahlaki bir kılıf olarak kullanıyor, yani aslında haklı olup olmamasını pek de önemsemiyor, lafını etmesi dışında. İnsanoğlunu tek ilgilendiren mesele çıkarlarıdır demek çok yanlış olmaz. Varsaydığı haklılığını, ideallerini, fikirlerini vs, çıkarlarının üstünü örtecek süslü örtüler olarak kullanıyor…
Yaşamımızın odağına çıkar olgusunu (maddi/manevi) koymaktan vazgeçmiyorsak, insanlaşma yolculuğunda mesafe alabilmemiz mümkün görünmüyor. Hz. İsa‘nın, ”sana tokat atana, öbür yanağını çevir” cümlesini, hıristiyan dünyası bile, neredeyse tümden görmezden geliyor. Tasavvufun varılması gereken ilk kapısının yani Şeriat Kapısının, ”seninki senin, benimki benim” ana fikrinden çok çok uzağız (bir sonraki Tarikat Kapısı, ”seninki senin, benimki de senin” (al hepsi senin olsun, ben birşey istemiyorum) anlayışını benimsemeyi içerir, bugünün insanı için bu düşünce tümüyle saçmadır, daha üçüncü ve dördüncü kapılar da var ve de tüm bu kapılar az sayıdaki gelişmiş ruhlara değil, tüm insanlığa hedef olarak gösteriliyor…). Gücümüz, imkanımız yoksa, insanoğlu olarak gayet uyumluyuz. Elimize biraz imkan geçtiğinde, biraz güç geçtiğinde, bu da benim olmalı çünkü böyle böyle gerekçelerim var, şu da benim olmalı çünkü şöyle şöyle gerekçelerim var, demeye başlıyoruz ve etrafımızla savaş başlıyor. Kendini güçlü hisseden savaşı başlattığı için, genellikle de kazanan o oluyor. Kim kazanırsa kazansın, bu çıkar mücadeleleri, bireysel planda da, topluluklar planında da, türlü çeşitli acılara yol açıyor…
*****
İnsanoğlunun ahlaki anlamda bir arpa boyu yol alamayıp, her fırsat bulduğunda etrafına saldırmaya çalışması, toplulukları oluşturan bireylerin en az %80 veya 90’ından destek bulsa da, az sayıda insan, her toplulukta ve her dönemde bu kalabalığa dahil olmamayı seçiyor. Örneğin İsrail’de, bir kısmı solcu, bir kısmı ise aşırı dindar yahudi (belki bu iki kategori dışında olanlar da vardır), İsrail devletinin yaptıklarını öteden beri eleştirmekte ve bu yönde gösteriler yapmakta, girişimlerde bulunmakta. Faik Bulut, konuyla ilgili dikkat çekici bir yazı yayınlamış.
Örneğin koyu Ortodoks temelde ve Tevrat’a dayanarak İsrail Devleti’nin kuruluşunun “ilahi buyruğa aykırı olduğunu” dile getiren Naturei Karta ve Hasidizm mezhep mensupları işgal edilen Filistin’in özgür olmasından yanalar.
Örneğin sol eğilimli Barış ve Eşitlik için Demokratik Cephe milletvekili Ofer Cassif, El cezire TV kanalındaki 8 Ekim 2023 tarihli söyleşisinde şunları söyledi: ”Faşist bir hükümet olan İsrail hükümeti Filistinlilere karşı katliamları destekliyor, teşvik ediyor ve yönetiyor. Filistin’deki etnik temizlik sürmektedir. Netanyahu sadece hayatta kalmakla ilgileniyor. Sadece hapse girmemek istiyor. Onu harekete geçiren tek motivasyon ve teşvik budur.”
İsrailli eski barış müzakerecisi Daniel Levy de Dailymotion TV kanalında savaş karşıtı tavrını dile getirdi: ”Halk içinde yer edinmiş bir örgütün askeri operasyonlarla kökünün kazınacağını mı sanıyorsunuz? Tarihte görülmemiş şeydir. İsrail’in yalanlarına itiraz etmezsek savaş çığırtkanlığı yapmış oluruz.”
Guş Şalom (Barış Bloku) hareketinin lideri Uri Avneri de şunları söylüyor: ”Barış görüşmeleri için Filistinlilerin şiddete son vermesi şartı koymak haksızlıktır. Eğer işgal varsa, direniş de olacaktır. Asıl hastalık başkalarının topraklarını işgal etmektir. Toprakları işgal edilen insanların şiddet kullanması ise hastalığın sadece bir belirtisidir.”
Yeş Din (Hukuk Var) hareketi ise esas olarak İsrail’in, işgal ettiği topraklardaki Filistinlilerin haklarının korunmasını görev ediniyor. Örgütün İsrail Ordusu ile ilgili yayınladığı raporlar İsrail hükümetleri tarafından dikkate alınmasa da uluslararası kamuoyunda dikkat çekiyor. Türkiye ile yaşanan Mavi Marmara krizinden sonra yayınladığı raporda ise örgüt, İsrail’in kendi askerlerinin yaptığı ihlalleri araştırma görevini yerine getiremediğini belirtiyor…
*****
Bu yazıyı hazırlarken, Chomsky‘nin (yahudi kökenli bir akademisyen) Gazze sorunu ile ilgili ne dediğini merak ettim ve google’da tarattım. Dişe dokunur pek bir şey bulamadım. Yandex’de yaptığım tarama ise son dönemdeki saldırılar için olmasa da, geçmişte İsrail’in Gazze saldırıları hakkında Chomsky’nin karşı çıkışlarını içeren yazıları önüme çıkarttı. Arama motorlarının sansür uygulamalarını bir kere daha gözlemiş oldum. Baha‘nın da zaman zaman söylediği gibi, Yandex şimdilik en az sansür uygulayan arama motoru gibi görünüyor.
Chomsky, 2012 yılında yine İsrail’in bir Gazze saldırısı sonrasında yaptığı açıklamada şunları söylemiş: ”İsrail, gelişmiş saldırı jetleri ve gemilerini yoğun-nüfuslu mülteci kamplarını, okulları, apartmanları, camileri ve varoşları bombalamak, hava kuvvetlerini, donanmasını, ağır silahlarını; topu, mekanize birlikleri, ordusu olmayan bir halka saldırmak için kullanıyor. Ve bunu savaş olarak adlandırıyor. Bu savaş değil cinayettir!”
Yani yahudilerin az da olsa bir bölümü, olan biteni elinden geldiğince kınamaya çalışıyor. Bu tür çabalar insanoğlunun gelecekte ahlaki bir yola girebileceğini, az da olsa umut etmemizi sağlıyor…
*****
İnsanoğlunun yüzbinlerce yıldır süren yolculuğunda ahlaki olarak bir arpa boyu yol alamadığını gösteren en son ve yakıcı örnek İsrail’in Gazze’de yaptıkları. Ama tabii ki tek örnek bu değil. İnsanlık tarihi, böyle örneklerle dolup taşmakta. Sonraki yazımda konuya devam etmek istiyorum…