Dünya acı dolu! Aması yok, fakatı yok! Öylece fırlatıldık işte… Bir süre daha burdayız gibi gözüküyor! Doğru olanı mı yapıyoruz gerçekten de? Gerçi doğru olan; zaman, mekan ve kişi gibisinden değişkenlerdeki ufak bir değişiklikte dahi inanılmaz boyutlarda değişebilen birşeydir! Bugün burda a şıkkı olur, biraz sonra biraz uzakta c şıkkı olur, daha uzakta daha da sonra f şıkkı olur…
Acısının bol olduğu kesin bu dünyanın! Kederinin de! Şimdi hayatlarımız çok kolay ama sanayi devriminden önce şu anda hayal dahi edemediğimiz şeylerle boğuşuyorduk… Ama belki de o şeylere rağmen o günler bugünlerden daha iyiydi diyebilirsiniz elbette ve bu görüşe de elbetteki saygı duyarım!
Mutlu değiliz! Herşey dört dörtlükken bile ölümden korkuyoruz! Bu korku hayatımızı zehir ediyor ve bize saçma sapan şeyler de yaptırabiliyor! Ayrıca herşeyin dört dörtlük olduğu zamanların büyük bir hızla sona erebileceğinin de pekala farkındayız
Yaşlılık, hastalık ve ölüm… Gerçi bunlar olmasa bilgeliğe kim meyl ederdi ki? Bilgeliği neden hayatlarımızdan çıkarttık? Neden bilgeliği istemiyoruz? Neden bilgeliğe yer vermiyoruz hayatlarımızda? Nelerin peşinde koşuşturuyoruz? Kim yanlışa doğru, doğruya da yanlış dedi? Neden kavalcılar hepimizi uçuruma doğru sürüklüyor? Yaşamlarımız nasıl? Biz neyi kaybettik? Ya karıncayiyenlerin ağzında ne işimiz var peki?
Neyi hedeflemeliyiz? Neyi istemeli neyi dilemeliyiz? Önümüze koydukları hedeflerin saçmalık olmadığından nasıl emin olduk? Birisi çıkıp da ‘Yolunuz yol değil’ derse onun öğütlerine verecek kulağımız kaldı mı peki? Ya tıkır tıkır çalıştığını sandığımız beyinlerimizi aslında örümcek ağları kaplamışsa? Sevmediğimiz bir kimse hiç hoşumuza gitmeyecek laflar ediyor olabilir ama o kişinin ettiği lafları sevmiyor olmamız, onun yanlışta olduğu, bizim ise doğru olanı yaptığımız anlamına kesinlikle gelmez!
Zaten bu dünyadan ayrılmayacak mıyız? Zaten kime kalmış ki bu dünya? Önemli olan süreni ne ile geçirdiğin değilse nedir? Süremizin boşa gitmediğinden, bırakın saliselerimizi bütün ömrümüzü çöpe atmıyor olduğumuzdan nasıl bu kadar kolay emin olabildik? Gerçi uçurumdan düşmeye başladıktan sonra bile bu durumun farkına varabilecek seviyede ve kapasitede miyiz gerçekten de? Yanılmadığımızı nasıl bilebiliriz ki? Peki uçurumlardan nasıl koruyabiliriz kendimizi?
İnsan en öncelikle kendisini kurtarmalıdır! Uçaklarda bile ebeveynlere ‘Önce kendi maskenizi sonra çocuğunuzunkini’ takın demezler mi? Kendini kurtaramazsa bir insan diğerlerini nasıl kurtarabilir ki? Kendisinin çok iyi olduğunu ve kendisinin çok doğru yolda olduğunu zanneden bir kimsenin yanılması daha kimleri kimleri uçuruma sürükler acaba?
Batmamak, saplanmamak için ne yapalım peki? Dizinin dibinde oturduklarımıza da çok dikkat etmemiz lazım; aksi takdirde hiçbir şey alamayabilir ve üstüne de bolca sömürülebilir ve köleleştirilebiliriz! Yalanlarla ve beyin yıkamalarla geçmiştir insanoğlunun tarihi! Büyük adam, büyük bilge dediklerinizin en azından bazıları ya hiç öyle değillerse? Veya kendisi gerçekten büyük adam ve büyük bilge olanların sözde varisleri sizleri çıkarları uğruna bilerek isteyerek uçurumlara doğru yönlendiriyorsa?
Hayırlısı olsun…