Ağustos ayı başında, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsünden 8 bilimadamı, Bilim 2 adlı gemi ile Marmara Denizinde incelemelerde bulundu. Heyetin başında bulunan Prof. Dr. Mustafa Yücel, yapılan çalışmanın sonunda, Marmara Denizinin komada olduğunu söyledi.
Düzenledikleri son seferde özellikle Doğu Marmara’ya odaklandıklarını bildiren Yücel, “İlk bulgularımızda özellikle oksijende durum hiç ama hiç iç açıcı değil, Marmara ilk 30 metresi hariç ciddi oksijen azlığı çeken, komada bir yer. Oksijen özellikle ilk 30 metreden sonra ‘hipoksi eşiği’ dediğimiz, bir balığın giremeyeceği seviyede düşük. Ardından 150-200 metreye eriştiğinizde neredeyse ölçmekte zorlandığımız, çok çok az seviyelerde oksijen var.” dedi.
Daha önce, özellikle Doğu Marmara’da 600 ila 800 metre bandındaki Akdeniz suyunun Marmara’ya az da olsa bir nefes verdiğini ve oksijen değerlerini bir nebze de olsa artırdığını belirten Yücel, son seferde buna rastlamadıklarını ifade etti.
Yücel kirliliğin boyutu hakkında şunları söyledi: “Özellikle son yıllarda çok yoğun veri topladığımız için çok net konuşabilirim. Marmara’da azot, fosfor kirliliği artarak devam ediyor, birikim devam ediyor, trendlerde azalmayı bırakın herhangi bir durma gözlemlemedik.”
Doğu Marmara’da da 200 metreden sonra nitrat seviyelerinin düştüğüne ve oksijen azaldıkça nitratın da azalmaya başladığına değinen Yücel, termodinamik teoriye göre oksijen ve nitrat tükendiğinde mikrobiyal yaşamın sülfat soluyarak hidrojen sülfür gazı ortaya çıkaracağına işaret etti.
Yücel, şu uyarılarda bulundu:
“Bu bir felaket anlamına geliyor. Bu bütün besin sisteminin, besin ağının çökmesi demek. Hidrojen sülfürlü sular dipte birikmeye başladığı anda yavaş yavaş kötüleşmeyle beraber önlem alınmazsa yukarı doğru çıkacak. Bu, koku yapması, hidrojen sülfürlü suların kıyıya vurması demek. Üstteki 30 metrelik oksijenli suyla birleştiği zaman yeni müsilajımsı, göze hoş gelmeyen, halk sağlığı açısından müthiş tehdit oluşturan, balıkçılık için bambaşka tehdit oluşturan, turizmi çökertecek bir fenomen olacak. Hidrojen sülfür İzmit Körfezi dışında, Marmara’da henüz yok, henüz oluşuma başlamadı ama son 3 yıldaki gidişat sürerse, önümüzdeki 4 ya da 5 yıl içerisinde Doğu Marmara’daki nitratın tükeneceğini görüyoruz.”
Marmara’nın sorununun azot ve fosfor yükü olduğunu hatırlatan Yücel, bu yükün önemli bir kısmının tarımsal girdiler ve şehirlerin arıtılmamış, az arıtılmış veya en ileri seviyede arıtılmamış atık sularının Marmara ile buluşmasından kaynaklandığını, acil olarak harekete geçilmesi gereken konuların başında da bu iki sorunun geldiği değerlendirmesini paylaştı.
*****
Ağustos ayında, hem Marmara Denizini hem de Yalova’yı yakından ilgilendiren diğer gelişme de, Altınova Belediye Başkanı Yasemin Fazlaca‘nın tersanelere yönelik, ‘Altınova’da tarımı bitiriyorsunuz’ şeklindeki sert çıkışıydı. Yasemin hanım, ‘bu kadarı da çok fazla’ cümlesiyle ifade ediyordu, tersaneler bölgesindeki bazı faaliyetleri.
20 ağustos tarihli gazetemiz Haberci’de yer alan, Zeynep Taştan imzalı haberde, konuyla ilgili şu bilgiler ve yorumlar yer alıyordu:
”Yalova-Altınova Tersane Bölgesi’nin kuruluş çalışmaları 2003 yılında başladı ve 2004 yılında kuruluşu gerçekleşti. Tersaneler, kurulduktan 3 yıl sonra, 2007’de faaliyete girdi. İlk yıllarda 40 firma ile yola çıkıldı, sonrasında bu sayı, çıkanlar ve birleşenlerle 33 olarak sabitlendi.
2008 yılında 7 gemi üreten tersane bölgesi, rekorunu 2020 yılında kırdı ve yıl içinde toplam 63 gemi inşa edildi. Aradan geçen yaklaşık 17 yıl içinde 700’ün üzerinde gemi üreten tersanelerde dikkat çeken noktalardan biri, yat ve gemi üretiminin dışında ağırlıklı olarak raspa, yani gemi onarım işlemlerinin gerçekleşmesi ve bu noktada altı çizilmesi gereken husus da; çevreye verilen zarar. Zira, raspa işlemlerinin yeterince denetlenip denetlenmediği konusu sürekli tartışılırken, aynı zamanda kimyasal atıkların nasıl bertaraf edildiği, denize ve toprağa verilen zararın hangi boyutta olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
Altınova Belediye Başkanı Yasemin Fazlaca, Altınova tarımına en büyük zararı kontrolsüz raspa işlemlerinin verdiğine vurgu yaparak, uzun bir aradan sonra tersane yatırımcılarını yüksek sesle eleştiren ilk yerel siyasetçi olarak dikkat çekti.
Önümüzdeki süreçte Altınova-Tersane bölgesinde yaşanan gelişmelerin Yalova ve bölge kamuoyu ile şeffaf biçimde paylaşılması gerçekleşecek mi; merak konusu.
Altınova Belediye Başkanı Fazlaca’nın geçtiğimiz günlerdeki çıkışı anlık ve geçici bir parlama olarak mı kalacak, yoksa Başkan bölgede yaşananları sorgulamaya ve gördüklerini kamuoyuyla paylaşmaya devam edecek mi; bekleyip göreceğiz.
Tartışmaya kapalı olan bir şey varsa, o da; 17 yıl önce faaliyete geçen tersane yatırımlarının ve bölgedeki üretimin, tüm yönleriyle kamuoyuyla paylaşılmadığı ve net bir bilgi akışının sağlanmadığı gerçeği.”
*****
Ağustos ayındaki bu birbirinden bağımsız iki haber de, bölgede yaşayan bizler için son derece kötü haberler. İkisi de konularına son derece hakim insanlar tarafından dile getirilmiş konular. Yani, art niyetle veya sansasyon yaratmak için abartılmış yaklaşımlar değil, ikisi de…
Marmara Denizi, özellikle evsel atıklar ve tarımda kullanılan kimyasallar nedeniyle fazlasıyla kirlenmekte. Tabii sanayi kuruluşlarının bu kirliliğe yaptığı katkı da, diğerlerinden aşağı kalır durumda değil. Özellikle de Ergene nehrine akıtılan sanayi atıkları Marmara’yı çok olumsuz etkiliyor. Ve tabii Yalova’daki sanayi kuruluşları ve tersanelerin de bu kirlilikte az ya da çok payları var.
Evsel atıkların asıl problem yaratan kısmı, evlerde kullanılan kimyasallar (deterjanlar vb). Bu malzemelerin aynı DDT gibi, 50-100 yıl içinde tamamen yasaklanacaklarını düşünüyorum (DDT’nin de, daha karlı alternatif ürünler üretmeleri nedeniyle, ipliğini pazara çıkartanın egemen sistemin kendisi olduğuna inanıyorum). Ve 100 sene sonra insanlar, atalarının nasıl bir aymazlıkla bu kimyasal maddeleri kullandıklarını sorgulayacaklar (tabii bu sürede biraz olsun aklımızı başımıza toplayabilirsek).
Aynı durum tarım ilaçları ve suni gübre için de geçerli. Bizi göz göre göre zehirleyen ve/veya vücudumuzu yıpratan bu kimyasallar; nehirlerimize, denizlerimize, toprağımıza ve hatta içme suyu kaynaklarımıza akmakta.
Tarım ilaçları, suni gübre ve evde kullanılan her türlü kimyasal ürün bugün bize son derece vaz geçilmez görünüyor. Çünkü buradan devasa karlar elde eden şirketler, durumu böyle görmemizi istiyorlar…
*****
Tersanelerin Altınova’da tarımı bitireceklerini, 2000’li yılların başlarında, dönemin Subaşı belediye başkanı Ali Ekber Fidan sürekli vurgulamıştı. Her ikisi de Ziraat Mühendisi olan Ali Ekber bey ve eşi Filiz hanım, mücadelelerinde yalnız bırakıldılar, hatta evlerinde saldırıya uğradılar. Oysa Altınova adı üstünde Altın bir Ovaydı. Eğer denetleme sağlanamazsa sadece Altınova’da değil, Yalova’nın bir çok yerinde de tarım, bu durumdan çok kötü etkilenebilir.
Yalova’nın doğusu sanayiye terk edildi, ne yazık ki artık bunu değiştirmek pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle, bu saatten sonra, denetim nasıl sağlanabilir, bu konuya odaklanılmalı. Elimizdeki avrupadan tercüme ağırlıklı yönetmelikler vb, eğer gerçekten uygulanabilse yani denetim gerçekten sağlanabilse, sorunlar ve kirlilik minimum düzeye iner.
Tüm çevre sorunlarının denetiminde, atanmışlara ve seçilmişlere düşen önemli rollerin dışında, bu rollerin gereğince oluşmasını sağlaması beklenen sivil toplumun payı belki de hepsinden önemli ve belki de hepsinin üstünde. Ancak bugün sivil toplum alanında ciddi bir boşluk hüküm sürmekte, hem Yalova’da hem de ülke genelinde. TMMOB, TEMA, Kent Konseyleri gibi kuruluşların, çok daha etkin olmaları gerektiği düşüncesindeyim.
*****
Sivil toplum alanında bir boşluğun oluşması, Yalova’yı oldukça sahipsiz bir konuma itmiş görünüyor. Sermayenin baskısının, kamuoyu baskısı ile dengelenmesini çok önemli görüyorum. Umarım bunca sahipsizliğin ortasında, hala umudu yeşertebilecek gelişmeler önümüzdeki dönemde oluşur ve Marmara bölgemizde; suyun, havanın ve toprağın, ve tabii dolayısıyla da vücutlarımızın kirlenme hızı katlanabileceğimiz seviyelere iner… Umuyorum ve diliyorum…